''Antroposen Çağdan Belgesel Hikayeler'' Projesi Temel Kavramlar, Konular
A.Öner Kurt - 28 Ocak 2022
- Afet, Doğal Afet, Olağanüstü Durum: “Nuh gemisini yaparken yağmur yağmıyordu”. Toplumun olağan yaşam düzenini çok kısa sürede alt-üst eden, güçsüz kalarak büyük sıkıntılara düşmesine neden olan, bu sıkıntıların üstesinden gelmek için dışarıdan gelecek yardımlara gerek duyulan, çok sayıda yaralanma, hastalanma, ölüm ve mal kaybına yol açacak şiddetteki ekolojik olaylara “afet” (kırım) denir.
- Alıcı ortam: Hava kirletici atık gazların (emisyon) ya da atıksuların (deşarj) doğrudan bırakıldığı atmosfer, su, toprak ya da bunların dolaylı olarak karıştığı ortamlar ve bunlarla ilişkili ekosistemler alıcı ortam olarak adlandırılır.
- Amerikan bizonları: Avrupalı Amerikalılar batı yakasına yerleşmeye başladığı 1870’li yıllarda Kuzey Amerika ve Kanada’nın ikonik türlerinden olan bizonları (buffalo) kitlesel olarak katletmeye başladılar. O dönemde katledilen bizonların sayısı yılda birkaç on milyonla ifade ediliyordu. Bu katliam yalnızca sivil halk tarafından yapılmadı; ABD ordusu da bu insafsız yok edişe yardımcı oldu. Bunun başlıca iki nedeni vardı: Bizonlar gerek etleri gerekse derileri ile Amerikalıların ellerinde bolca bulunan sığırlarla rekabet ediyordu. Sığır üreticilerinin ayakta durabilmeleri için bizonların yok edilmesi gerekiyordu. Diğer neden ise, bizonların Amerikan yerlilerinin başlıca besin kaynağı olmasıydı. Bizonlar yok olursa Yerli Halk da (Kızılderililer) açlıkla yüz yüze gelecek ve onlar da ya göç edecek ya da yok olacaklardı. İnsanlık ve Amerikan tarihinin bu karanlık döneminden yüz yıl kadar sonra, bilim dünyası yok olmanın sınırına gelen bizonları kurtarmak ve yaygınlaştırmak üzere çalışmalara başladı. Bir zamanlar Amerikan Yerlilerine soykırım uygulayan, daha sonra bu halktan resmen özür dileyen ABD hükümeti bizonlarının sayısını arttırmak için bu halkla birlikle çabalıyor.
- Antroposen Çağ, Kapitalosen Çağ: Antroposen kavramı, insan (antropos/anthropos) ve faaliyetleridir. Kısaca insan çağı ya da insan zamanı olarak adlandırabiliriz. 4,5 Milyar yaşındaki dünyamızın son on bin yılını kapsayan ve insan uygarlığının geliştiği jeolojik devrin adı olan “Holosen devir” olarak tanımlanmaktadır. Holosen devir (yeniçağ), jeolojik zamanın son halkasıdır. İnsanın ortaya çıkışından günümüzü de içine alarak bir sonraki buzul çağına kadarki süreyi kapsayan zaman dilimidir. Bazı görüşler insanların tarihsel süreçte ortaya çıktıkları holosen çağın sona erdiği yönündedir. Dünya atmosferinin, litosfer ve biyosferin insan güçleri tarafından şekillendirildiği bu jeolojik devir; Antroposen olarak tanımlanmaktadır. Temel olarak insanın doğa üzerinde güçlü bir dönüştürücü tahakküme sahip olduğu çağı ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. İçgüdüsel yapısı olmadığı için insan kendine ekolojik yaşam alanları üretme gereksinimi duymamaktadır. Bu nedenle ayak izinin ve elinin uzandığı her yeri ve her şeyi de kendi yaşam biçimine uygunlaştırarak ve uyumlaştırarak, Dünya dediği gezegeni uzun bir süredir değiştiriyor ve dönüştürüyor. Antroposen insanın içinde olduğumuz çağda yaptığı müdahalelerin ve yarattığı etkinin boyutunu belirtmek için kullanılan bir kavramdır. Bu yüzden çoğunlukla kapitalizmin hatta neo-liberalizmin girdileri ve çıktıları ile sıkça ilişkilendirilir. Bu nedenle Kapitalosen Çağ olarak ta adlandırılmaktadır. İnsan Zamanı, daha doğrusu insanın dünyayı şekillendirmeyi sürdürdüğü ve halen içinde bulunduğumuz devre olarak da bilinir. 1750’lerde Avrupa’daki “Sanayi Devrimi” ile başladığı kabul edilir. Toplamda günümüze kadar olan son 350-370 yıl antroposen çağdır.
- Arıtma: Atık suların, süzme, yüzdürme ve çöktürme biçiminde mekanik olarak temizlenemeyen taneciklerinin, kimyasal olarak çözünen ve parçalanan maddelere ayrılmasıyla dezenfeksiyon maddeleri kullanılarak bakterilerin öldürülmesi biçimindeki kimyasal ve biyolojik yöntemlerle temizlenmesi işlemidir.
- Asbest_1, Amyant, Beyaz Toprak, Öldüren Toz: Isıya ve sürtünmeye son derece dayanıklı olması yüzünden eski çağlardan beri kullanılmıştır. Eskiden asbestten yapılmış mendil, havlu, eldiven ve para keseleri en makbul hediyeler arasındaymış. Yemek pişirilen kapların çoğu, petrol lambası ve mum fitilleri de asbestten yapılıyordu. Üç binden fazla iş yerinde kullanıldığı için, "sihirli mineral" diye anılan asbest endüstri devriminden sonra daha fazla kullanılmıştır. En yoğun kullanıldığı iş alanları; tersane, oto ve uçak sanayidir. Maske ve sigara filtreleri, yangın elbiseleri, sinema perdeleri yapımında, hatta film çekimleri sırasında kar yağma sahnesinde bile asbest kullanılmıştır. Başta okullar olmak üzere kamuya ait bir çok binaların, ısı, ses izolasyonunda da asbest kullanılmıştır. Gelişmiş ülkelerde yasaklandığı seksenli yıllara kadar özellikle gemilerde binalarda özellikle elektrik ve su izolasyon amacıyla olarak kullanılan bir malzeme olmuştur. Sökülen her gemiden 5-6 ton asbest çıkmaktadır. Yıprandığında ya da söküldüğünde çok ince asbest lifleri havaya yayılmakta ve çok uzun süre havada kalmaktadır. Bu nedenle söküm/yıkım işinde çalışanlar ve söküm/yıkım bölgesi çevresinde yaşayanlar tarafından solunabilmektedir. En tehlikeli olan asbest lifleri görülemeyecek kadar küçük olanlardır. Solunum yoluyla vücuda giren asbest lifleri akciğerde birikmekte, akciğer kanseri riskini ve karın zarı (periton) kanseri ve akciğer zarı kanseri (mezotelyoma) riskini artırmaktadır. Asbestin etkilenim belirtileri uzun yıllar sonra ortaya çıkmaktadır. Asbest ülkemizde birçok bölgede bulunmaktadır. Nevşehir-Gülşehir-Tuzköy kasabası ve Ürgüp-Karain köylerindeki akciğer kanserlerinin asbest kaynaklı olması nedeniyle bu köy ve kasabaların yerleşim yerleri değiştirilmiştir.
- Asbest_2, Gemi sökümü: Gemi sökümü çevresel ve sağlıkla ilgili önemli güvenlik riskleri taşır. Gemilerin %95’i yeniden kullanılabilir malzeme ve maddelerden oluşur. Doğal olarak önemli bir geri dönüşüm hizmetidir. Fakat yetersiz altyapı gemi söküm işini bir çevre ve iş sağlığı afeti haline getirebilmektedir.
- Asbest_3, Eski bina yıkımı: Yenilenmesi gereken bu binalar inşa edilirken, çatı, yer ve tavan kaplamaları, yalıtım amaçlı püskürtme kaplamaları, yangına dayanıklı yalıtım panelleri, kaloriferler, kazanları gibi yerlerinde asbest kullanılmış olabilir. Asbestli çimentodan imal edilmiş ürünler, conta elemanları, atık su boruları ve derzler de dikkat edilmesi gereken diğer noktalardır. İçinde otururken zarar vermeyen asbest ve diğer zararlı etmenler yıkım esnasında çok küçük parçalar halinde havaya yayılarak özellikle yakın çevrede oturanların etkilenimine yol açabilir. Eski bina yıkımı ile asbest, ağır metal tozları yanında bina içinde kapalı alanlarda bulunan mikroorganizmaların çevreye yayılması da bulaşıcı hastalıklara yol açabilir.
- Asit yağmurları, Asit yağışı, Asit Birikimi: Asit yağmurları önemli hava kirliliği nedenlerinden birisidir. Havadaki karbondioksit nedeniyle yağışlar normalde asit özelliktedir. Fosil yakıt yakan termik santraller, motorlu taşıtlar ve konutlarda fosil yakıt kullanımı sonrasında salınan gaz kükürt ve azot oksitler atmosferde sülfürik ve nitrik asit çözeltilerinin yoğunlaşmasına, birikmesine neden olur. Yağışlarla bunların yeryüzüne yağmasına asit yağmuru denir. Yüzey sularının asitleşmesine ve buralardaki canlı yaşamına önemli düzeyde olumsuz etkiler yapar. Asit yağmurları binaları, mermer yapı ve heykelleri aşındırmakta, topraktaki besin öğelerini azaltarak toprağı yoksullaştırmakta, sucul yaşamı öldürmekte ve habitatları değiştirmektedir.
- Atık ithalatı: Gelişmiş ülkelerde özellikle sanayi atıklarının yok edilmesine yönelik sıkı kurallar vardır. Bu nedenle bir takım yasal olmayan yollardan bu çöplerin ülke dışına çıkarılması çabaları doğabilmektedir. Her ülke sanayisinde bir oranda hurda malzeme kullanılır. Ancak bu atıklar yok etme maliyetinin çok altında bir maliyet karşılığında “hurda malzeme” adı altında gelişmekte olan ülkelere gönderilmektedir.
- Atıksu: Genel olarak evsel, endüstriyel, tarımsal ve diğer kullanımlar sonucunda kirlenmiş veya özellikleri kısmen veya tamamen değişmiş sular atık su olarak adlandırılır. Bunun yanında bu kavram için küçük farklı tanımlamalar da yapılmaktadır. Tuvaletlerden gelen atıklar “lağım atığı ya da karasu-siyahsu”, kentlerde logarlardan gelen yağmur suyu ve banyo, mutfak gibi yerlerden gelen atıksular “kirlisu ya da bozsu-grisu” ve endüstriyel, ticari atıklara ise “ticari atıksu” olarak tanımlanır. Bu farklı tanımlamaların temelinde bu atıksuların içerikleri ve olumsuz etki düzeylerinin farklılığıdır. Bozsular bitki sulanmasında ve tuvalet sifonlarında kullanılmak üzere arıtımına izin verilen sulardır. Bunun yanında özellikle ticari atıksular çevre açısından çok zararlı içerikleri nedeniyle ciddi olarak arıtılmaları gerekmektedir.
- Atık_1, Katı Atıklar, Çöp, Süprüntü, Gübür: Çöp ve katı atık terimi genellikle birbirinin yerine kullanılmaktadır. Kısaca; gündelik tüketimden artan ve atılan atıklara çöp adı verilir. Evlerde, hastanelerde, okullarda, tüm işyerlerinden kaynaklanan mutfak artıkları, kâğıt parçaları, döküntüler gibi kullanılmış, artık istenmeyen ve çevre için zarar oluşturan her türlü madde çöp-katı atık olarak adlandırılır. Yeryüzünde çöp üreten tek canlı insandır. Çöplerin içinde evsel, endüstriyel katı atıklar, gıda artıkları, küller, başta canlıkıranlar (pestisit, insektisit vb) olmak üzere çeşitli kimyasallar, inşaat artıkları gibi birçok madde bulunur. İnsanların doğaya bıraktığı plastikler, elektronik atıklar, metal parçaları, hurda arabalar, hurda lastikler, radyoaktif maddele, molozlar yüzyıllarca dünyada bozulmadan kalacaktır. Atıklarla ilgili sorun alanları: Atıkların ayrıştırılması, sokaklarda uygun biriktirilmesi, taşınması ve imhası-giderimi (açıkta depolama, gömme, denize dökme, yakma). Uygun katı atık yönetimi görünür maliyetine karşın topluma birçok yarar sağlar. Sağlık sonuçlarıyla birlikte ele alındığında ekonomik yarar harcamalardan daha fazladır.
- Atık_2, Vahşi Çöp Depolama Yöntemi: Çöpleri yerleşim yerinden uzaklara taşıyarak gözden uzak hale getirme biçimindeki vahşi depolama yöntemi çöp dağlarına ve önemli boyutta su, hava, toprak kirliğinin yanı sıra patlamalara da neden olmaktadır. Bu alanlar yerleşim yerlerine gelen hakim rüzgar yönde depolandıysa buralarda çok ciddi kokuya da neden olmaktadır.
- Azot yükü: 1940’lı yıllarda azotlu gübrelerin yaygınlaşmasıyla azotun insanlarca yapay biçimde bağlanması v biyolojik olarak etkinleştirilmesi altı kat artmıştır. İnsanoğlu günümüzde biyosferden çok daha fazla azot bağlamaktadır. Azot (nitrojen) yükünün artması yeryüzü topraklar ve akarsularında asitliği ve besin dengesini bozmaktadır. Bu durum bitki biyokimyasını, bitki haşerelerinin ve hastalık etkenlerinin örüntüsünü, ekosistemlerin tür bileşimlerini etkilemektedir. Su kütlelerini besince zenginleşmesi su yosunlarının aşırı üremesine ve oksijen yoksunluğuna, dolayısıyla sahil sularının canlı dokusunun ortadan kalkmasına yol açmaktadır.
- Besin zinciri: Her canlı yaşayabilmesi için enerjiye ihtiyaç duyar. Bitkiler bu enerjiyi güneşten sağlar. Bazı hayvanlar bitkileri yer. Diğerleri ise diğer hayvanları yerler. Bir ekosistemdeki üretici, tüketici ve çürükçüller arasında enerji ve madde taşınmasına besin zinciri adı verilir. Besin zinciri güneş ya da okyanus diplerindeki kaynar su sütunlarından başlar. Besin zinciri, bir canlının daha küçük canlıları yemesi ve daha büyük canlılarca yenmesinden ibarettir. Besin zincirinin en önemli etkisi biyo artışla ortaya çıkmaktadır. Sudaki kirletici öğeler yaşamın alt biçimlerinde yoğunlaşmakta ve besin zincirinin yukarı halkalarında bu yoğunlaşma-birikme artabilmektedir. İçme suyunda insanın alabileceği cıva miktarının 0,01 mikrogramı geçmemesi gerekirken, cıvayı yoğunlaştıma özelliğine sahip bir balığın yenmesi durumunda 30-50 mikrogram civa alınabilmektedir.
- Bhopol felaketi: Hindistanın Bhopol kentinde 1984 yılında bir pestisit-canlıkıran üretim fabrikasından gece yarısı sızan metil izosiyanat bağlı 25 000 insan ölmüş, 558 125 kişi etkilenmiştir.
- Bilgi yarı ömrü: Yarı ömür, genel olarak, azalmakta olan bir maddenin baştaki miktarın yarısına düşmesi için gereken zaman olarak tanımlanmaktadır. Benzer şekilde bit toplumda kullanılan bilginin yarısının değişmesi için geçen süreye de bilgi yarı ömrü adı verilir. Bu süre 20’nci yüzyılın ortalarında yaklaşık 50 yıl iken bu süre 2020 dünyasında 5-10 yıl arasına inmiştir.
- Biyoçeşitlilik kaybı: Bitki ve hayvan toplulukların ve türleri insanın yerleşim alanın artmasının yanında ihtiyacı olan madde ve gıda gereksinimlerinin artmasına bağlı olarak tükenmesi biyoçeşitlilik kaybı olarak adlandırılır. Bu süreç bütün ekosistemin zayıflaması, bunların kendilerini temizleme ve yenileme olanaklarının ortadan kalkmasına yol açmaktadır.
- Biyosfer: Canlıların üzerinde yaşadığı bölge biyosfer, canlıküre olarak adlandırılır. Okyanusların tabanından canlıların yaşayabildiği atmosferin üst tabakalarına kadar uzanır. Kalınlığı 16-20 kilometredir.
- Cam atıklar: Camın hammaddesi silisli kumdur. Silis kumunun çeşitli katkı maddeleri ile birlikte yüksek sıcaklıklarda eritilerek şekillendirilmesiyle istenilen cam ürünü elde edilir. Bol bulunması, ucuz olması, yaygın kullanılması nedeniyle kolay atma eğiliminde olduğumuz bir maddedir. Oysa cam defalarca yeniden üretime sokulabilir. Tüm atıkların yaklaşık onda biri cam atıktır. Camın temel maddesi olan silisli kumun doğada bol bulunması nedeniyle yeni cam üretiminin çevreye olumsuz etkisi azdır. Ancak hammadde sağlanması doğal yapının ve görünümün bozulmasına yol açar. Ayrıca camın hammaddesinin elde edilmesi ve işlenmesi sürecindeki enerji tüketimi, bunun dolaylı etkileri göz ününe alındığında cam atıkların yeniden kullanılması çevre açısından önemlidir. Cam üretiminde eski camdan hazırlanan cam kırıklarının ham maddeye katılması, cam üretim fırının daha düşük ısıda çalışabilmesine olanak verir ve kullanılan enerji ihtiyacını azaltır, cam fırınının ömrünü uzatır. Ülkemizde yıllık 81000 ton civarında cam geri atığı dönüşümü sağlanmaktadır. Bir şişenin geri dönüşümü 100 vatlık bir lambanın 4 saat yanması, bir bilgisayarın 25 dakika kullanılabilmesi, bir çamaşır makinasının 10 dakika çamaşır yıkayabilmesi kadar enerji tasarrufu sağlar.
- Canlıkıran, haşerekıran, pesticid, böcek öldürücü: Eskiden haşerekıran (böcek öldürücü) adı verilen kimyasal maddeler sadece zararlı böcek ya da otlardan öte en büyük zararı yararlı canlılara vermektedir. Bu nedenle “canlıkıran “olarak adlandırılmalıdır. Çevreye denetimsiz olarak saçılan birkaç toksik maddeden birisidir. Küresel kirleticilerin en büyüğüdür ve havada, yağmurda, karda, toprakta, yüzeysel ve yeraltı sularında, siste ve kutup buzullarında bile bulunur. Sulardaki canlıkıranlar besin zincirine girerek etkileri katlanarak büyür. Yenidoğanların vücudunda, anne sütünde ve mamalarda da bulunmaktadır. Böcek, ot, mantar, kemirici, kene, balık, kuş, yumuşakça, solucan gibi bütün türleri öldürücü olarak kullanılan bu maddelerin hepsi canlıkıran terimi altında toplanmaktadır.
- Çevre dostu teknoloji: Çevrenin korunması için yapılacak öncelikli işlerden birisi çevreyi kirleten maddeler ve teknolojiler yerine doğaya zarar vermeyen yeni maddelerin ve teknolojilerin geliştirilmesidir. Bu alanda yapılacak o kadar çok iş, yazılması gereken o kadar çok şey var ki, kitaplara, konferanslara, kongrelere sığmaz. Bunlar arasında özellikle yenilenebilir enerji teknolojileri konusunu belirtmek gerekir. Kömür ve petrol gibi çevre kirliliğinin en önemli nedeni olan fosil yakıtlar ve nükleer santraller gibi büyük risk taşıyan yöntemler yerine yeni enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanılması doğanın korunması için çok önemlidir. Güneş, rüzgâr, dalga, biyogaz gibi doğa dostu enerji kaynakları ve elektrikli taşıtlar ile ilgili yoğun çalışmalar yapılması ve uygulamaya konulması umut vericidir. Söz konusu teknolojilerin geliştirilmesi ve bu konuda yasal düzenlemeler yapılması doğa için bir kurtuluş olacaktır.
- Çevre hekimliği: Çevre sağlığından farklı bir kavramdır. İnsanlarda çevre nedenli hastalıkları konu edinen, tanı ve tedavi uygulamalarının ağırlıkta olduğu klinik bir tıp dalıdır.
- Çevre kirliliği: İnsanların her türlü faaliyetleri sonucu, havada, suda ve toprakta meydana gelen olumsuz gelişmelerle ekolojik dengenin bozulması ve aynı faaliyetler sonucu ortaya çıkan koku, gürültü ve atıkların çevrede meydana getirdiği arzu edilmeyen sonuçları. Çevre kirliliği, çevreye kimyasal (gaz, sıvı ya da katı), biyolojik (mikrop, virüs, alerjen vb) ya da fizik (titreşim, gürültü, ısı, radyasyon vb) elemanların girmesi sonucu bu çevrede insan ve hayvan sağlığına zararlı, bitkilerin yetişmesine engel olucu, binalara zarar verici ve doğal çevreyi bozucu etkilerin oluşmasıdır.
- Çevre sağlığı: İnsan ve diğer canlıların ve topluluklarının sağlığını doğrudan ve dolaylı olarak etkileyen fiziksel, kimyasal biyolojik, sosyal ve psikolojik etkenlerin belirlenmesi ve kontrol altına alınması çalışmalarını kapsayan bilim ve uygulama alanıdır. Çevre sağlığı kavramı, çevre hijyeni, çevre sanitasyonu terimlerinden daha geniştir ve artık bu terimler yerine de kullanılmaktadır. Bu noktadan devamla sağlık kavramı; insan ve ekosistemleri paylaşan diğer yaratıklar arasındaki bir ahenk durumu olarak tanımlanabilir.
- Çevre sanitasyonu: Çevre sağlığı kavramından daha dar bir kavramdır. Yalnızca fiziksel çevrenin sağlıklı hale gelmesine yönelik düzeltici çalışmaları kapsar.
- Çevre sorunu: Canlıların varlıklarını sağlıklı olarak sürdürebilmesini ve sürekli olarak geliştirebilmesini kısıtlayan, güçleştiren ve giderek ortadan kaldırabilen her türlü süreç çevre sorunu olarak adlandırılır.
- Çevre talanı: Dünyanın mevcut ekonomik düzeni, kendine özgü bir talan düzenini hızla yaratmaktadır. Bu düzen ülkeler arasındaki sınırları aşmış, küreselleşmiş görülmektedir. Küreselleşme öylesine yayıldı ve dal budak saldı ki bütün insanlığın ortak sosyal davranış modeli haline geldi. Bu düzenin başlıca özelliği üretimi ve dolayısıyla tüketimi arttırmak; bunun için gerekirse çevreyi bozmaktan kaçınmamaktır. Buna “sürdürülebilir kalkınma” diyenler vardır. Yani, hep büyümek, hep üretmek, hep zenginleşmek uğruna çevrenin biraz bozulmasına göz yummak, çevrenin biraz bozulmasından bir zarar gelmez demek, yaşamın asıl amacının üretimi ve tüketimi sürdürebilmek olduğunu kabullenmektir. Bu yaklaşım, ekonomik düzenin bozulmaması için çevrenin talan edilmesini önemsemiyor, hatta çevrenin talan edilmesini bir yöntem olarak kullanmaktadır. Çevrenin bozulması herkesi ilgilendiren bir sorun olmakla birlikte, suları kirlenen, topraklarına zehirli kimyasallar serpilen, bacalarından zehir saçan fabrikalar kurulan, madencilik nedeniyle yeraltı kaynakları talan edilen, tarım alanı açmak uğruna ormanları yok olan yerler genellikle yoksul ve güçsüzleşmiş kitlelerin yaşadığı ülkelerdir. Bugünkü dünya düzeninden en fazla zarar gören orman ekosistemidir. Çevre talanı flora (bitkiler) ve fauna (hayvanlar) ekosistemlerine zarar vermektedir. Kalkınma uğruna bozulmasına göz yumulan bu sistemler aslında ekonomik bakımdan çok önemli yararlara sahiptir. Gelinen bu durum, bir gelişme ya da kalkınma olarak nitelenemez. Çünkü bu durum, sürdürülebilir kalkınma adı altında doğanın tahrip edilmesidir. Kaynakların yenilenemeyecek şekilde yok edilmesi, havanın, toprağın, suyun ve yeraltının kirlenmesi sonucunda flora ve faunalar yok olmakta, gelecek kuşaklar tehlike altına girmektedir. Bu duruma gelmiş bir dünyada yaşayan insanoğlunun şu sorulara yanıt vermesi gerekir: Bu tahribat ne kadar sürebilir? Bu gidişin sonu nereye varır? İnsanoğlunun var oluş nedeni olan Dünyayı yok etmek neye yarar? İnsan hiç annesini öldürür mü?
- Çevre: İnsanın dışındaki her şey çevre olarak adlandırılır. Ve bu kavram insanın genetik yapısının dışındaki sosyal, fizikojeokimyasal ve biyolojik çevreyi kapsar. Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır.
- Çevrebilim: Çevre etkiler ve etkilenir. Canlı ve cansız öğelerden oluşur. Canlıların fizikojeokimyasal çevre ile ilişkilerini konu edinen bilime çevrebilim adı verilir. Çevrebilimi ekoloji demek değildir. Çevrebilim; ekoloji, jeoloji, ekonomi, sosyoloji ve politik bilimleri birleştiren bir bilimdir.
- Çevresel Adalet_1 – İklim Adaleti: Çevre sorunlarına yol açan üretim faaliyetlerinin sonucu ortaya konulan artı değerden sadece üretim yapan ülkeler yararlanırken bu üretim sonucu orta çıkan çevre sorunlarından ve yüklerinden bu faaliyetlere taraf olmayan toplulukların veya olaya karışmayan bireylerin etkilenmesi ve bedelini hep birlikte ödemesidir.
- Çevresel Adalet_2 - Çevresel Eşitsizlik – İklim Eşitsizliği: Çevresel sorunlardan oransız olarak etkilenen ve çevresel bedelleri ödemek zorunda kalanlar genellikle az gelişmiş ülkeler, azınlıklar ve yoksullardır. Çevresel risklerin ulus, ırk, azınlıklar ve sınıf temelinde eşit olmayan dağılımı çevresel eşitsizlik olarak adlandırılmaktadır. Örneğin enerji üretimi amacıyla kurulan Ukrayna’daki Çernobil Santrali’nin 26 Nisan 1986 yılında patlaması küresel çapta bir çevre felaketine yol açmıştır. Burada ortaya çıkan bir nükleer patlama sadece Çernobil Bölgesini etkilemekle kalmamış, aynı zamanda çevre ülkelere de önemli miktarda radyasyon bulaşmasına ve o bölgelerde ciddi çevre ve sağlık sorunlarına yol açmıştır. Tarihsel olarak bakıldığında, çevreye zarar veren tesisler ve kirli atıklar toplumda daha güçsüz ve savunmasız olan toplulukların bulunduğu yerlere kurulmuştur ve bu topluluklar açığa çıkan çevresel bedelleri ödemek zorunda kalmıştır.
- Çevresel Adalet_3 - Çevresel Irkçılık - İklimsel Irkçılık: Belirli etnik, kabile, ırk veya kültüre ait grupların tehlikeli atık, çevre-sağlık yönünden yaşamı tehdit eden ürün veya diğer tür kirlilik ile karşı karşıya olmaları çevresel ırkçılık olarak adlandırılmaktadır. Sanayileşmiş ülkelerin atmosfere bırakmış olduğu sera gazları nedeniyle ortaya çıkan küresel ısınma, hiçbir sorumluluğu olmayan Afrika, Asya ve ada ülkelerini bazen kuraklık bazen de aşırı yağışlar olarak vurmaktadır. Çevresel adaletsizliğin, sadece ırk temelinde değil, çevresel bedelleri ödeyen ve çevresel haklardan yoksun olan yoksullar, kadınlar, çocukları daha fazla etkilediği belirtilmektedir. Örneğin Kuzey kutup bölgesinde, Inuit kabilesi mensupları avlanma ve balıkçılıkla geleneksel bir yaşam tarzı sürmektedirler. Balık ve foklar Inuit beslenmesinin temel kaynağı olmasına rağmen, yüksek oranda endüstriyel kirleticiler bulunmaktadır. Bu kirleticiler okyanus akıntıları tarafından kuzeye taşınmakta ve Inuit beslenmesinin kaynağını oluşturan balıkların, fokların ve diğer hayvanların vücutlarında birikmektedir.
- Çevresel etki değerlendirmesi (ÇED): Endüstriyel tesislerin çevre olarak tanımlanan hava, su, toprak, gibi alıcı ortamlara, yaban hayatına, bitki örtüsüne etkilerinin, atık kontrol yönteminin, gürültü kirliliği gibi olumsuz etkilerinin önceden öngörülmesi ve alınacak önlemlerin değerlendirilmesi ÇED olarak tanımlanır.
- Çevresel etkilenim: Etkilenim, etken ve hedef canlının temasıdır. Bir canlının çevresindeki kimyasal ya da fiziksel etmenle teması, çevresel etkilenim olarak adlandırılır. Etkilenim, doz ile karıştırılmamalıdır. Doz, temas sınırını geçtikten sonra belirli bir sürede hedefe giren etken miktarıdır. Etkilenim her zaman doza dönüşmeyebilir. Ancak doz etkilenim sonucudur
- Çölleşme, Çoraklaşma: Tarım alanlarının çölleşmesi ve çoraklaşması giderek artan bir sorundur. Mera alanları tarım-ekim alanlarına dönüştürülmekte, yamaçlardaki ince toprak tabakaları erozyona dayanmalarını sağlayan bitki örtüsünden yoksun kalmakta ve ekim yapılmadı zamanlarda akıp gitmektedir. Geriye kaya yığınları kalmaktadır. Ortaya çıkan çalılar ekonomik değeri olmadığı için yakılmaktadır. Tropikal orman alanları bile hayvan otlatmak, ekim yapmak amacıyla kesilip yakılabilmektedir. Sonuçta yağış miktarı ile var olan sınırlı toprak alanları çölleşmektedir.
- Çöp adası: Okyanus üzerinde çoğunluğu plastik atıklardan oluşan büyük yığınların adıdır. Hawaii adaları ile California arasında Türkiye’nin yaklaşık iki katı büyüklüğünde (1.6 milyon km2), 3,5 milyon ton çöpten oluşan ada. “Doğu Çöp Adası” olarak adlandırılıyor. Bu büyük çöp yığınının % 90’ı plastik atıklardan oluşuyor. Bu ada, Okyanus akıntılarıyla oluşan bir girdapta buluşan ve gittikçe büyüyen bir çöp yığınıdır. Adanın içinde diş fırçaları, çakmaklar, plastik torbalar, plastik su şişeleri, köpüklü bardaklar, oyuncaklar, kulak pamukları, elektronik eşyalar gibi büyük parçalar var. Bu çöp yığını okyanustaki biyolojik yaşam ve besin zinciri açısından büyük bir tehlike oluşturuyor. Hawaii ile Japonya arasında da “Batı Çöp Adası” bulunmaktadır. Atlantik ve Hint Okyanusunda kalınlığı yer yer 15 metreye varan çöp adacıkları bulunuyor. Bu adalar bir girdap gibi kendi etraflarında dönüyor ve döndükçe dünyanın dört bir yanından çöpleri toplamaya devam ediyor, gittikçe büyüyor. Rakımı bir metreyi bulmuyor. Ancak derinliği okyanus tabanına kadar iniyor. Bir kez girdaba kapılıp kıtaya sürüklenen bir plastik parçası bir daha buradan ayrılamıyor. Kıtanın en üst katmanını pet şişe kapakları ile poşetler oluşturuyor. Onların altında balıkçı ağı katmanı ve bidonlar, üçüncü katmanda sigara izmaritleri, dördüncü katmanda ise polyester tekstil ürünleri bulunuyor. En altta ise pet şişeler yer alıyor. Büyük Pasifik Çöp Alanını oluşturan çöplerin yüzde 80’i Asya ve Kuzey Amerika’dan geliyor. Kalan yüzde 20’sini gemi ve petrol platformlarından atılanlar oluşturuyor. Kuzey Amerika’dan okyanusa ulaşan bir atık altı yılda, Asya ülkelerinden gelen atıklar ise bir yılda buraya ulaşıyor. Birleşmiş Milletlerin 2006 yılındaki bir raporuna göre her bir millik alanda 46.000 irili ufaklı parça ya da bütün şekilde yüzen plastik çöp mevcut. Uzmanlara göre dünyada her yıl 200 milyar ton plastik üretiliyor ve bunun %10’u okyanuslara karışıyor. Bu miktarın %70 kadarı okyanusun dibine batıyor ve dipteki yaşamı tehdit ediyor. Yalnızca dipteki yaşamı değil, okyanuslarda beslenen kuşları ve balıkları da tehdit ediyor, birçok hayvanın nesli tükeniyor. Bazıları bu çöp adacıklarına yedinci kıta diyor. Türkçe olarak kimi “... çöp alanı”, kimi “... çöp yaması”, kimiyse “... çöp girdabı” olarak adlandırmaktadır.
- Doğa: Ekosistem doğa demektir. Kendiliğinden var olan ve insan etkinliğinin dışında kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren, canlı ve cansız nesnelerden oluşan varlığın tümüdür.
- Doğal çevre, Yaban Hayatı, Vahşi Hayat: Doğa etkilerinin, doğa kuvvetlerinin oluşturduğu, insan etkisinin henüz hiç girmediği ya da önemli ölçüde değiştiremediği çevre. Ormanlar, dağlık bölgeler doğal çevreye örneklerdir. Buralarda çevre kirliliği söz konusu değildir.
- Doğal denge: İnsan müdahalesi olmaksızın doğada bulunan canlıların kendi aralarındaki ve canlılarla cansız çevre arasındaki ilişkiler, kendi kendine oluşturdukları döngü doğal denge olarak tanımlanır. Dünyada yaşamın yegâne koruyucusu olarak da nitelenebilir. Örneğin, balıkların planktonlar ile beslenmesi, kuşların balıkları yemesi, yırtıcı hayvanların kuşları avlaması doğal dengenin ögeleridir. Azalan planktonlar, balıklar, kuşlar yeniden çoğalır; eğer, bir nedenle bu denge bozulursa, canlı türlerinin bazıları zarar görebilir, hatta yeryüzünden yok olabilirler. Günümüzde, doğal dengeyi bozan ve türlerin yok olmasına neden olan faktörlerin başında insan gelmektedir.
- Doğal kaynaklar_1: İnsanların üretim faaliyetleri sırasında emeğini üzerinde uyguladığı her türlü toprak, orman, akarsu, maden ve benzeri kaynaklardır. Havaküre (atmosfer), suküre (hidrosfer) ve taşküre (litosfer) doğal olarak bulunan, insanlar tarafından yapay olarak oluşturulmamış, CANLI ya da CANSIZ kaynakların tümüne doğal kaynaklar adı verilir. Toprak, doğal bitki örtüsü, akarsular, göller, denizler, madenler, ormanlar doğal kaynaklara örnektir.
- Doğal kaynaklar_2, Yenilenebilen kaynaklar: Hayvanlar, bitkiler gibi bütün canlı varlıklardır. Hayvanlar ve bitkiler bir afetle karşılaşmadığı ya da insanların tahribine uğramadığı sürece, biyolojik üretim yoluyla kendilerini yeniler ve çoğalırlar. Besin kaynaklarının üretildiği toprak ve içtiğimiz su da yenilenebilen kaynaklardandır.
- Doğal kaynaklar_3, Yenilenemeyen kaynaklar: Madenler, fosil yakıtlar gibi kullanıldıkça tükenen kaynaklardır. Bu kaynakların gereğinden fazla kullanılmamasına özen gösterilmelidir. Kâğıt, demir, bakır, plastik gibi, bazı yenilemeyen maddeler (kaynaklar), kullanıldıktan sonra artıkları toplanırsa, “geri kazanım” yöntemleriyle yeniden kullanıma kazandırılabilirler.
- Düşkün Leylekler Evi, Gurebahane-i Laklakan: Göç yolunda yorgun düşen, yaralanan veya doğal yaşam alanına dönmesi mümkün olmayan leylekler için hizmet veren barınak. Yaralı leyleklere gerekli müdahaleler yapılarak doğaya salınma ihtimali olan leylekler iyileşme sürecini tamamladıktan sonra doğaya salınmaktadır. Yıllar içerisinde ekolojik dengenin bozulmasıyla bu ihtiyacın artacağı tahmin edilmektedir. Bu maddenin burada yazılmasının nedeni; insan eliyle yıllar sonra yeryüzündeki bütün canlılar için bir “düşkün canlılar evine” ihtiyaç duyma olasılığı ve zamanı geldiğinde böyle bir yerin kalmayacağı olasılığına vurgu yapmaktır.
- Eko sağlık: Çevre ve sağlığın daha geniş bir çerçevede ele alınması, geleneksel yönetim yaklaşımlarında bir değişim gerektirmektedir. Bu konuyu ele alma biçimleri, artık yalnızca ekosistemleri insanlardan koruma veya insanları çevresel tehditlere karşı korumaya odaklanamaz. Onun yerine insan faktörü, ekosistemler bağlamında ele alınmalı ve anahtar nokta, konunun olumlu yönleri de ele alınarak, ekosistemler ve toplumlar arasındaki etkileşim olmalıdır. Bu gibi bir yaklaşım, insanların çevreyle nasıl bir ilişki kurduğunu etkileyebilir ve pasif bir katılımdan (insanların ekosistem hizmetlerinden faydalanması) aktif bir katılıma (insanların da sorumluluk alması) geçmelerine yardımcı olabilir. İnsanlar ve ekosistemler arasındaki karşılıklı ilişkinin göz önünde bulundurulması "eko-sağlık" kavramının temelini oluşturmaktadır. Bu kavrama göre insan sağlığı ve refahı yalnızca ekosistemlere bağımlı değildir; aynı zamanda etkili bir ekosistem yönetiminin de önemli sonuçlarıdır. Bu fikirler, odak noktası ekosistem direncini sürdürmek ve insan topluluklarına çoklu ve sürdürülebilir ekosistem hizmetlerini sağlamak olan yeşil altyapı konsepti gibi, entegre alan planlama yaklaşımları gerektirmektedir.
- Ekoloji: Canlıların bir bölgedeki varlığını ya da çokluğunu etkileyen etkileşimleri ve canlıların diğer canlılarla ve fiziksel çevresi ile olan ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır. Bu kavram yer yer yanlış olarak çevre ya da çevrebilimi ile özdeş olarak kullanılmaktadır. Ekolojinin çevre biliminden en önemli farkı canlılar arasındaki kesitsel etkileşimle birlikte evrimsel etkileşim, zaman boyutundaki etkileşimi de incelemesidir. Ekoloji; alanda ve laboratuvarda bilimsel çalışmalar yapan, verilerin matematiksel ve istatistiksel analizlerine ağırlık veren, hipotez kuran ve sonuç çıkaran melez bir bilimdir. Ekolojide canlıların yaşadığı ortamdaki fiziksel koşullar değil aynı zamanda biyolojik koşullarda önem taşır. Özetle canlılarla, özellikle insan kümeleri ile çevreleri arasındaki karşılıklı etkileşimi inceleyen bilim dalıdır. Buradaki çevre terimi hem canlı hem de cansız varlıklar için kullanılmıştır. Ekoloji, canlılar ve çevreleri arasındaki ilişkinin en uygun koşulların neler olduğunu ve bu dengenin nasıl korunabileceğini inceler.
- Ekolojik denge: Canlılarla çevreleri arasındaki ilişkinin sağlıklı olarak sürdürülebilmesi için gereken en uygun (optimum) koşullara ekolojik denge denir. İnsan ve diğer canlıların varlık ve gelişmelerini sürdürebilmeleri için gerekli olan koşullar arasındaki dengedir. Doğal bir komünite bileşenlerinin görece sabit ve ekosistemlerinin istikrarlı olduğu durum ekolojik denge olarak adlandırılır. Doğan bir bebek ülkesinin sosyoekonomik durumuna göre yüzlerce ton mineral, metal ve yakıt gereksinimiyle doğmaktadır. Bu miktarlar Amerikalı bir bebek için şu şekilde hesaplanmıştır: 14080 kg tuz, 9715 kg kil, 352 kg çinko, 776000 kg taş, kum ve çakıl, 315310 litre petrol, 388 kg kurşun, 30341 kg diğer mineral ve metaller, 163671 metreküp doğalgaz, 33110 kg çimento, 14960 kg demir cevheri, 2710 kg alüminyum, 267123 kg kömür, 10621 kg fosfat kayası, 51,3 g altın, 600 kg bakır. Bu talebi artıracak bir ekonomik sistem içerisinde büyüyen ve yetişen insanın tüketimi buradaki belirtilen miktarları bile aşabilecektir. Ekolojik krizin temelinde teknolojik gelişme, nüfus artışı ve insanlığın doğa ve çevresi ile ilişkili olarak kalıplaşmış yanlış yaklaşımı ve düşünce biçimi yer almaktadır.
- Ekolojik fırsat eşitliği_1: Doğal bir çevre içinde yaşama dair fırsat eşitliği, her insanın mal ve mülk edinmede, (doğal yiyecekler, doğal maddeler, yapı malzemeleri gibi) doğal malları kullanmada ve (hammadde ve enerji gibi) doğal kaynakların tüketiminde aynı haklara sahip olmasıdır.
- Ekolojik fırsat eşitliği_2, - Ekolojik insan hakları: Her insanin sağlıklı ve tehlikeleri olmayan belirli bir temel yaşam standardına sahip olabilmesi (yararlanacak yeterli temiz hava, su vb. olması; radyasyon, gürültü vb. tehlikelere maruz kalmaması).
- Ekolojik fırsat eşitliği_3, - Ekolojik düzenleme (tasarlama) hakları: Kültürel çevrenin tasarlanmasında ve korunmasında, doğal kaynakların tüketilmesi ve çevrenin estetik olarak düzenlenmesinde, doğal anıtların korunmasında ya da geri kazanımında, sanayileşmede, çöplerin depolanmasında, nükleer tesislerin korunmasında, baraj yapımında vb. alınan kararlara katılım hakkının olmasıdır.
- Ekolojik yurttaşlık ve eğitim: Doğayı korumanın en önemli ögesi insandır. İnsanların ve toplumların desteklemediği hiçbir önlem etkili olamaz. İnsanlar doğayı koruma bilinciyle yetişmiş ve toplumlar doğa konusunda duyarlı olurlarsa, baskı grubu oluşturabilirler, etkinliklerin planlanmasına katılabilirler, çocuklarını da doğayı koruma bilinciyle yetiştirirler. Eğitimin bir amacı insanları bilinçlendirilerek “ekolojik yurttaşlık” modeline geçilmesidir. Çevre bilincine sahip, yaşanabilir bir çevreyi inşa etmek için çabalayan ve gelecek kuşaklara daha temiz bir çevre bırakmayı etik bir değer olarak benimsemiş kişilere “ekolojik yurttaş” deniyor. Ekolojik yurttaş, çevre söz konusu olduğunda saygı ve sorumluluk hisseden kişidir; “hepimiz yeryüzünün kiracılarıyız” der; çevreyi yaşadığı ev olarak kabul eder; doğanın canlı bir organizma olduğunu savunur; Dünyayı sömürmek ve doğada her türlü tahribatı yapmak yerine kendi evi olan dünyayı canlı bir varlık olarak kabul edip, insan-doğa ilişkilerini ahlaki bir düzlemde görür. Ekolojik yurttaşların inanışına göre, çevre etiği kavramını uygun biçimde geliştirmek için, yaşayan insanlar egolarından tümüyle kurtarılmalı, ‘evrenin efendileri’ olduklarına inanmaktan vazgeçmeli, sessiz duran bütün canlıların, bitkilerin ve doğadaki varlıkların ve henüz yaşamayanların da- haklarını düşünmeli ve onlara saygı duymalıdır. Çünkü suyuyla, havasıyla, toprağıyla ve milyarlarca canlı türleriyle etrafımızı kuşatan çevre, herhangi bir eşya olarak değil, tıpkı bir insan gibi muamele görme hakkına sahiptir.
- Ekosistem: Biyosfer içerisinde, bir bölgede bir arada bulunan, birbirlerini etkileyen, madde ve enerji alışverişinde bulunan canlı ve cansız çevre ögelerinin tümüne ekosistem denir. Ekosistem, ekolojinin temel birimidir. Okyanusla, göller, bataklıklar, ormanlar, kentler bir ekosistemdir. Her ekosistemin kendisine özgü bir yaşama birliği (komünite) vardır. Komünite belirli bir bölgedeki tüm canlıları kapsamaktadır. Komüniteleri türdeş topluluklar oluşturur. Türdeş topluluk ya da popülasyon aynı türden aynı bölgede birlikte yaşayan bireyler topluluğudur. Sözgelimi bir ormandaki bütün ağaçlar bir türdeş topluluktur.
- Ekosistemin taşıma kapasitesi: Bir ekosistemin barındırdığı canlılara sağlayabileceği yaşamsal olanakların sınırına taşıma kapasitesi ya da taşıyabilirlik adı verilir. Yani bir doğal çevredeki canlıların barınak, yiyecek, su gibi gereksinimlerini karşılayabilmelerine olanak verecek en yüksek sayılarıdır. Basitçe bir çevrenin taşıyabileceği en yüksek canlı yüküdür.
- Elektronik Atıklar – E Atıklar: Bilgisayarlar, eğlence amaçlı elektronik araçlar, cep telefonları, elektronik büyük, küçük ev araçları ve benzeri araçları kapsamaktadır. Elektronik endüstrisi dünyanın en büyük ve en hızlı gelişen endüstrisidir. Sürekli ve en hızlı büyüyen bir atık koludur. Özellikle bunların işlenmesi ve giderimiyle ilgili alt yapısı olmayan gelişmekte olan ülkelere gönderilmesi yaratabileceği tehlikenin boyutlarını çok artırmaktadır. Bu atıklar toksik olması ve biyolojik olarak parçalanmayan atıklar olduğu için tehlikeli atıklar grubunda sayılmaktadır. Toprak ve suya karışan toksik, karsinojen maddeler ciddi ekolojik zarar yol açmaktadır. E atıklar aslında önemli ve değerli bir ikincil hammadde kaynağıdır.
- Emisyon: Yakıt ve benzerlerinin yanmasıyla, sentez, ayrışma, buharlaşma ve benzeri işlemlerle, maddelerin yığılması, ayrılması, taşınması ve bu gibi mekanik işlemler sonucu bir tesisten havaya yayılan kirleticilerin tümüne emisyon denilir. Özellikle belli bir kaynaktan, belli bir zamanda atmosfere bırakılan katı, sıvı ya da gaz durumundaki bir kirleticinin tam toplamını ifade eder.
- Enerji santralleri_1: Yaşamın bir parçası olan enerjinin, özellikle elektrik enerjisinin önemi sanayi devriminden sonra artmış ve enerji kaynaklarına sahip olmak bütün devletler için bir amaç halini almıştır. Çünkü enerji, yaşamı sürdürmenin, üretimin, kalkınmanın ve gelişmenin vazgeçilemez bir unsurudur. Bütün ülkeler daha fazla enerji üretebilmek için gereken yakıtlara ulaşabilmek uğruna savaşları bile göze almaktadır. Çağımızda elektrik enerjisi olmadan olmaz. Ancak, elektrik üretimi belli koşullara uyulmadan yapılırsa, doğaya ve insanlara zarar verebilir.
- Enerji santralleri_2, NGS – Nükleer güç - enerji- santrali: Bir ya da daha fazla sayıda nükleer reaktörün yakıt olarak radyoaktif maddeleri kullanarak elektrik enerjisi üretilen tesistir. Nükleer enerji santralleri çevreye ve sağlığa zarar verme potansiyeli olan enerji üretim yöntemidir. Mayak, Windscale, Üç Mil Adası, Çernobil, Tokaimura, Mihama, Fukuşima nükleer santrallerindeki kazalar, daha doğrusu felaketler buna örnektir.
- Enerji santralleri_3, RES – Rüzgar enerji santrali: Rüzgardaki kinetik enerjiyi önce mekanik enerjiye daha sonra da elektrik enerjisine dönüştüren sistemdir. Rüzgar enerji santrallerinin göçmen kuşların göç hareketine zarar vermesi ve çevreye yaydığı gürültü sebebiyle, en çevreci enerji kaynağı değildir.
- Enerji santralleri_4, GES – Güneş enerji santrali: Güneş enerjisini elektrik enerjisine çeviren santraldir. Güneş santralleri, güneş ışınlarını direkt elektrik enerjisine dönüştüren ve güneş ışınlarının ısısı kullanılarak dolaylı olarak elektrik enerjisine dönüştüren santraller olarak ikiye ayrılır.
- Enerji santralleri_5, HES – Hidroelektrik santrali: Coğrafik olarak yukarı seviyedeki suyun yer çekimi etkisiyle belirli bir yükseklikten düşerken türbin çarkına bağlı jeneratör motorunun dönmesi ile elektrik enerjisi elde edilen sistemdir.
- Enerji santralleri_6, Termik santral: Bunlar, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar yanısıra biyogaz, asfaltit, bitümlü şistler ve çöplerden elektrik üretimi yapan santrallerdir. Ülkemizdeki termik santrallerin çoğunda yakıt olarak kömür kullanılmaktadır ki, doğaya en fazla zarar verini kömürle çalışan santrallerdir.
- Enerji santralleri_7, JES - Jeotermal enerji santrali: Yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş sıcak su, buhar ve gazların sahip olduğu ısıya Jeotermal adı verilir. Bu enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren sistemlere jeotermal enerji santrali olarak adlandırılır. Ek olarak direkt ısı enerjisinden de yararlanılabilir.
- Etik, Ahlak ve Çevre etiği: Etik; doğru ve yanlış, moral (ahlaki) değerler ve haklar, görevler ve zorunluluklarla ilgili felsefi inanç ve uygulamaların bütünüdür. Etik; “ne birilerine parmak sallamak ne de erdemli duygular halkası içinde oturakalmaktır”, aslında bir eleştirel düşünce bilimidir, yöntemidir. Etik ve Ahlak arasında yakın ilişki vardır. Biz kendi ahlak değerlerimize uymuyorsa bir kişinin davranışını istemeyebiliriz ancak bu davranışın nedeni açıklanabiliyorsa etik standartlara uyabilir. Viktor Hugu’nun Sefiller kitabında Jan Valjan kendisine yardımcı olan rahibin kilisesinden gümüş şamdanları çalarak kaçar. Polis onu yakalayarak kiliseye getirdiğinde rahip Jan Valjan’ın bu şamdanları çalmadığını kendisinin hediye ettiğini söyler. Rahip burada ahlaki standartlara uygun davranmamıştır, yalan söylemiştir ve bir rahibin yalan söylememesi gerekir. Ama amacının Jan Valjan’ın özündeki iyiyi kazanmak olduğu anlaşıldığında bu etik bir nitelik kazanır. Rahip, rahiplik etiğine uygun davranmıştır. Çevre etiği; kısaca insanın doğaya karşı sorumluluğudur. Yaşamak için doğaya uyum sağlaması gereken homo sapiens- insanlık, süreç içerisinde doğal çevreyi değiştirmeye, dengeyi diğer canlıların yaşamını tehlikeye atacak şekilde değiştirmeye başlamıştır. Bu durum hem kendi hem de diğer canlıların varlığını tehlikeye atmıştır. Bu durumda her bireyin niteliğini, etiğini ve sosyal sistemi küresel ekolojiye uygun olarak değiştirmesi zorunludur. Bozulan denge yeniden kurulmalıdır. Bunun için; gereksinimlerimizi azaltmamız ve bizleri tüketimi artırıcı davranışlara yönlendiren ve yapay gereksinimler yaratmaya yönlendiren etkileri, sistemleri sorgulamamız gereklidir. Buna ek olarak yenilenebilir kaynakları kullanmamız gereklidir. Dünya kapsamı hiç değişmeksizin ve kalıcı bir değişiklik yapmaksızın kullanılması gereken bir kutsa emanet olarak alınmalı, doğal sistem zarar görmeksizin yeniden yerine yerleştirilemeyecek hiçbir madde eksiltilmemelidir. Varlığımızı sürdürmemizin ancak bu şekilde doğaya uyum sağlamamızla mümkün olduğunun anlaşılması ve bu şekilde davranılması “çevre etiği”ne uygundur. Çevre açısından doğru olan karar kamuoyuna ters gelebilir. Burada temel yaklaşım, davranış ve uygulamaların “daha ekonomik” olanının doğru kabul edilmeyip en duyarlı olanın korunmasıdır. Tarımda kullanılacak pestisit dozunun alt sınırı insanlar için değil o tarım alanında yaşam süren diğer canlılara zarar vermeyecek en alt düzeye indirilmelidir.
- Etkilenim (çevresel etkilenim): Bir canlının dış sınırlarının kimyasal, fiziksel ve biyolojik etkenle oluşan temasıdır. Etkilenim zaman ve etkenin yoğunluğu ile ilişkilidir. Etkilenme ise etkenin sağlığa zarar verme durumunu ifade eder. Özetle etkilenme “zararın olabilirliği” iken etki ise bireydeki zararın boyutu olarak değerlendirilir. Çevresel etkilenim durumunda, olası etken ile etki arasında nedensel ilişki bulunup bulunmadığı büyük önem taşır.
- Fauna: Hayvan ekosistemi. Bir bölgedeki hayvan türleridir.
- Flora: Bitki ekosistemi. Bir bölgenin bitki örtüsü, bitki türleridir.
- Fosil yakıt: Kömür, petrol, doğalgaz gibi hidrokarbon ve yüksek oranda karbon içeren doğal enerji kaynağı.
- Geri Kazanım_1, Geri Dönüşüm, Çevre Dostu Ürünler: Kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli yöntemlerle ham madde olarak tekrar üretim süreçlerine kazandırılmasıdır. Atık yönetiminde esas olan, oluşan atık miktarının azaltılması ve en aza indirilmesidir. Süreç “azaltl, yeniden kullan, geri dönüştür” ilkesiyle özetlenir. Bu mümkün olmadığında geri kazanım yöntemleri önem kazanır. Değerlendirilebilir atıkların kaynağında ayrı toplanması, gruplandırılması, fiziksel ve kimyasal yöntemlerle başka ürünlere veya enerjiye dönüştürülmesi geri kazanım olarak adlandırılır. Geri kazanım, tekrar kullanım ve geri dönüşüm kavramlarını da içerir. Günlük yaşamda oyuncaklardan, gıda ambalajlarına, plastik çöp torbalarından, elektronik ürünlere, temizlik malzemelerinden kozmetiklere kadar doğayı kirleten ya da tahrip eden o kadar çok ve çeşitli ürün kullanıyoruz ki, bunların bazılarından vazgeçmek artık olanaksız duruma gelmiştir. Ancak, bu ürünlerin her birinin doğaya dost olan alternatiflerinin olduğunu bilmeli ve tercih etmeliyiz; var olmayanlar için yerine kullanabileceğimiz ürünler için çalışmalar yapmalıyız. Plastiğin doğada 1000 yıl, kola kutusunun 100 yıl, sigara filtresinin 5 yıl kaldığının farkında olmalıyız; Pet ya da PVC su şişelerinin bir kez kullanılıp atıldıktan sonra doğada yüzlerce yıl kalmasına karşılık cam şişelerin defalarca kullanılabildiğini bilmeliyiz; plastik kapların kanserojen olduklarını ama cam kavanozların olmadığını akılda tutmalıyız; sprey şeklindeki deodorantların atmosferin ozon tabakasının delinmesinde rolü olduğunu, buna karşılık mum ya da sıvı şeklinde olanların böyle olmadığını bilmeliyiz; tek kullanımlı köpük tabakların da üretimleri sırasında ozon tabakasına zarar verdiklerini duymuş olmalıyız. Kısaca, farkında olmadan kullandığımız birçok ürününden ya vazgeçmeliyiz ya da doğa dostu olanlarla değiştirmeliyiz. Bu konuda bilim insanlarına, üreticilere, hükümetlere ve bireyler düşen sorumluluklar olduğu açıktır.
- Geri Kazanım_2, Kızartma Yağ Atıkları: Yağlar sudan hafif oldukları için su kütlelerinin yüzeyini kaplayarak suyun oksijenlenmesini önler. Bir litre yağ, bir milyon litre suyun kirlenmesine neden olur. Kızartma yağ atıkları lavaboya dökülerek kanalizasyon sistemine verilmemeli, sokaklardaki akıntı ızgaralarına (logar) boşaltılmamalı, evsel atıklarla dahi atılmamalı ve hayvan yemlerine katılmamalıdır. Evsel kızartma yağları ayrı kaplarda biriktirilmeli ve biyodizel elde etmek üzere düzenli toplanmalıdır.
- Geri Kazanım_3, Geri Dönüşmeyen Atıklar, Wish Cycling: Geri dönüştürülemeyen maddeleri geri dönüşüme bırakmak. Geri kazanılamayan bu maddeler geri dönüşüm sürecinde diğer maddelerin de geri dönüşümünü engellediği için çok ciddi olumsuz etkilere yol açmaktadır. Geri dönüştürülemeyen atıklar: - Karton bardaklar, - Ambalaj kağıtları: Folyolar, ışıltılı veya hatta biraz parlak olan ambalaj kağıtları ek maddeler barındırdığından ve bunlar ayrıştırılamayacağından geri dönüştürülemez. - Tek kullanımlık bebek bezleri, Bitkisel ve hayvansal atıklar, Strafor köpük, - Şırıngalar veya tıbbi atık, - Yapışkan bant, - Floresan lambalar, içerisinde az miktarda bulunan cıva elementinden dolayı özel dikkat gerektiriyorlar. - Havlu kağıt, ıslak mendil, peçete, tuvalet kağıdı gibi ürünlerin geri dönüşüm kutusuna değil çöpe atılması gerekiyor. - Plastik poşetlerin yalnızca yüzde 1’i geri dönüştürülebiliyor. Nitekim poşetler temiz bir şekilde ambalaj atığı olarak plastik geri dönüşümüne gönderilirse tekrar poşet üretiminde kullanılabiliyor.
- Habitat: Bir türün doğal olarak yaşadığı bölgeye, yere habitat adı verilir. Habitat organizma için yiyecek ve barınak sağlar. Kısaca habitat canlının yaşadığı yer yani evidir. Örneğin, sivrisineklerin habitatı ev içi, ağıl gibi yerler olabilir. İnsanın habitatının sınırlarını zorlaması ve besin zincirindeki yerini zorlaması çevre sorunlarının temelini oluşturur.
- Holosen: Günümüzden yaklaşık 10.000-12.000 yıl önce başlayan Pleistosen ile Antroposen arasında yeralan dönem Holosen olarak adlandırılır. Buzul sonrası olarak da adlandırılır. Süresi, Pleistosen’e göre çok kısa olup, toplamda uzunluğu 10.000-12.000 yıl arasında değişir. İnsanlığın tüm kayıtlı tarihi ve uygarlığını içeren bir dönemdir. Bu dönem içerisinde, insanlar dağınık topluluklardan yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçip, pek çok uygarlık kurmuştur. Bu dönemin asıl baskı unsuru insan olup, Holosen’de kısmen doğaya hükmetmeye çalışmıştır. 1750’lerde Avrupa’daki “Sanayi Devrimi” ile Antroposen Çağın başladığı kabul edilir.
- Homo Fosilicus ve sera etkisi: Homo economicusun iklim değişimini hızlandırmasındaki en önemli unsur petrol, doğal gaz, kömür gibi fosil yakıtları ölçüsüz miktarda kullanmasıdır. İklim değişimi konusunda yapılan bütün incelemelerin birleştiği ortak bir sonuç var: Atmosferdeki karbon dioksit (CO2), son buzul çağından buyana (20.000 yıldır) görülmemiş bir hızla çoğalmış, sanayi devriminin başladığı 1750 yılından buyana %31 oranında artmıştır. Günümüzde havadaki CO2 oranı 20 milyon yılda ulaşılan en yüksek değerdedir. Artık sokaktaki insan bile bu durumun fosil yakıt tüketmenin bir sonucu olduğunu, bacalardan fışkıran karbondioksit, metan, azotoksit gazlarıyla sülfür aerosellerden kaynaklandığını biliyor. Bu gazlar atmosferin üst katmanlarında oluşturdukları bir kalkan tabakası nedeniyle güneş ışınlarından gelen sıcaklığın dünya yüzeyinden yansıdıktan sonra tekrar atmosferden çıkmasına izin vermiyor, bu sıcaklığın tıpkı bir bitki serasında olduğu gibi dünya yüzeyinde hapsolmasına yol açıyor. Bu sera etkisi sonucunda yer küremiz ısınıyor; dünyanın dört bir yanında sellere, ortalığı kavuran kuraklığa, eriyen kutuplara, kaybolan buzullara, yükselen okyanuslara, yok olan türlere, ölüp giden mercan kayalıklarına tanık oluyoruz. Bu gidişin sonu ikinci bir Nuh tufanı olabilir. Fosil yakıt kullanımı homo economicus için bir bağımlılık oldu. Çok üretim için, çok enerjiye, çok enerji için daha çok fosil yakıta ihtiyaç var. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısının, bağımlı olduğu maddeyi bulmak için akla gelmedik hınzırlıkları yapması gibi, fosil yakıt bağımlısı olan homo economicus da bağımlı olduğu önce kömürü, sonra petrolü ve doğal gazı elde edebilmek için yapmadığı şey kalmadı; bu uğurda savaşlar yaptı; milyonlarca insanın telef olmasına neden oldu; ülkeleri yıktı; insan haklarını, çevre kanunlarını, anayasaları hiçe saydı. O nedenle, homo economicus aynı zamanda bir “homo fosilicus” oldu. Tıpkı bir uyuşturucu bağımlısının kendi ailesini mahvettiğinin bile farkında olmayışı gibi, homo fosilicus da gezegenimizin mahvolduğunun farkında değil. Bu gidişe dur diyebilmenin ilk adımı insanoğlunu bu ruh halinden uyandırmak olmalıdır.
- Homoekonumus: Bu konuda Ömer Madra’nın yazdıklarıyla açalım: “.... Gerçekliğin ta kendisi olduğu artık bize düpedüz bilimsel olarak ispatlanan iklim değişikliğini nedense asla gerçek bir tehdit gibi görmedik; üstümüze almadık. Biz birer homo economicus olarak gerçeklik duygumuzu kaybettik galiba yolda bir yerlerde. Yapay dünyayı gerçek olanın yerine koyduk. Yapay iklim değişimi yarattık! Sonsuz yoksulluk, şiddet ve yıkımla dolu bir iklim...”Ne kadar doğru bir yaklaşım. Çünkü yaşamın temel amacının daha kaliteli şeyler kullanmak, daha çok üretmek, daha çok tüketmek ve böylece ilerlemek olduğunu sanan insanoğlu bu hedefin dışında kalan bütün değerleri ve doğayı unuttu, görmezden geldi. Doğayı tükenmez, kirlenmez, değişmez sandı. Ekonomik kalkınmaya, daha doğrusu zenginleşmeye yoğunlaştı; doğayı korumak isteyenleri “sürdürülebilir kalkınma” yapıldığını ileri sürerek aslında “ekonomik büyüme uğruna doğayı biraz kirletmekten bir zarar gelmez” diyerek duymazdan geldi; eski bildik yeryüzünün bütün dengesinin geri dönülmez biçimde tahrip edildiğine ihtimal vermedi; insanoğlu yalnızca kendi yaşadığı dönemi düşündü; doğanın kendisine ait olmadığını gelecek kuşakların bir emaneti olduğunu unuttu. Kendi seçimlerini yalnızca kendi kişisel yararını gözeterek yapan homo economicusun bu hırsı sonunda belki de binlerce yıl sonra ortaya çıkacak olan iklim değişimini hızlandırdı. Çünkü homo economicus her zaman rasyonel varlık değildir; bazen akıldan çok, alışkanlıklarıyla, başkalarını taklit ederek davranır.
- Işık kirlenmesi: Genel anlamda ışık kirliliği yanlış yerde, yanlış miktarda, yanlış yönde ve yanlış zamanda ışık kullanılmasıdır. Bu tanım, her çeşit etkisiz aydınlatmayı kapsar. Bunların başlıcaları şunlardır: - Işık tecavüzü (ışık taşması): Işığın istenmeyen ya da gerekmeyen yeri aydınlatması. - Göz kamaşması: Işık kaynağının aydınlattığı nesneden daha belirgin olmasıdır. Bu durumda ışık gözün kapasitesini aşıp görme yetisinin bozulmasına ve nesnenin görünürlüğünün kaybolmasına yol açar. - Dikine ışık: Doğrudan gökyüzüne giden, boşa harcanan ve uzayda kaybolan ışıktır. Dikine ışık gökyüzünü aydınlattığı için gök cisimlerinin görülmesini zorlaştırır, astronomlar ve gökyüzünü seyretmek isteyenleri engeller. - Aşırı miktarda ışık: Bir iş için gereken aydınlatma miktarını aşan ışıktır. Bu sıralanan ışık kirliliğinin temel kaynağı, cadde, sokak, park, bahçe, spor alanları, turistik tesisler, binaların dış cepheleri ve reklam panolarının aydınlatılmaları, güvenlik amacıyla aydınlatma ve binalardan taşan ışıklardır. Aydınlatma amacıyla kullanılan armatürlerin ve lambaların yanlış seçimi ve yanlış yönlendirilmesi ışık kirliliğinin başlıca nedenidir.
- Itai – itai hastalığı: Temel olarak kadmiyum zehirlenmesidir. Japonya’nın Toyana eyaletinde dağlık bölgedeki bir maden işletmesinin akarsulara kadmiyum salınımı sonrası ortaya çıkan hastalığın adıdır. Kemik yapısı bozulur, omurga eğrilir ve çok şiddetli ağrı hissedilir. Hastaların yaygın eklem ve omurga ağrıları nedeniyle Japonca “of of” (acı nedeniyle) anlamına gelen itai-itai adı verilmiştir.
- İklim değişikliği: On yıllar ya da daha uzun zaman dilimleri boyunca meydana gelen hava koşullarında ve okyanuslarda, kara yüzeylerinde ve buz tabakalarında meydana gelen değişikliklerdir. İklim değişikliği; ekosistem, tarım ve yaşam koşullarını etkilemesi; kötü hava kalitesi, su kıtlığı ve su kalitesinin bozulması gibi var olan çevresel olayları alevlendirmesi; su ve enerji alt yapısını hasara uğratması yoluyla insan sağlığını doğrudan veya dolaylı olarak etkileyebilir. İklim değişikliği küresel hastalık yükü ve erken ölümlere katkı sağlamaktadır. İklim değişikliği var olan sağlık risklerini artırabilir veya azaltabilir ve daha önce etkilenmeyen bölgelerde yeni sağlık riskleri oluşturabilir. İklim değişikliği ile ilişkili sağlık etkileri büyük oranda ekolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel faktörlerle ilişkili olarak toplumun duyarlılık ve onun uyum yeteneğine bağlıdır.
- İklim Krizi: Fosil yakıt kullanımı, endüstriyel hayvancılıktan tutun tüketim alışkanlıklarına kadar birçok neden bağlık olarak atmosfere salınan gazların yol açtığı küresel ısınmanın yerküredeki geri dönülmez noktaya gelen olumsuz etkileri ve meydana gelen iklim değişikliği iklim krizi olarak adlandırılmaktadır. İklim krizinin temelinde kapitalist üretim ilişkileri, daha fazla kar elde etmek için daha fazla üretim ve kışkırtılmış tüketim vardır. Bu nedenle iklim krizi, “insanlık krizi” olarak da anılmaktadır.
- Karbon Ayak İzi Aldatmacası: İnsan faaliyetleri nedeniyle binlerce yıldır karbon emisyonlar çıkmaktadır. Ortaya çıkan karbon emisyonları doğal süreçte ortadan kaldırılabilirken (biyokapasite) son yüzyılda biyokapasite bu dengeyi sağlamakta yetersiz kalmıştır. Bu dengenin bozulmasının temel nedeni kapitalist üretim biçimidir. Daha fazla kar amacıyla daha fazla üretim ve tüketimden vazgeçilmediği, ekolojik bir yaşam biçimine geçilmediği sürece sera gazı üretim ve temizlenmesi dengesi yeniden kurulamayacaktır. Bireysel önlemlerin önümüzdeki yıllarda kat etmemiz gereken uzun yoldaki adımlarımıza fazla faydası olmayacaktır. Fosil yakıt çağını kapatmamız, enerji peyzajımızı yeniden tasarlamamız, neredeyse yaptığımız her şeyi tekrar düşünmemiz gerekiyor. Petrol şirketleri ise bizleri küresel ısınmadan, iklim krizinden bireylerin olduğunu ve bireysel önlemlerle sorunun çözüleceğine inandırmaya çalışmaktadır. “Karbon ayak izi” kavramı, BP için çalışan bir reklam firması tarafından ortaya atılmış ve 2000’lerin ilk on yılında bu kavram popüler hâle getirilmiştir. İnsanlar, gündelik hayatlarının (işe gitmek, yiyecek satın almak ve seyahat etmek) ne kadarının yerkürenin ısınmasından sorumlu olduğunu değerlendirebilsin diye “karbon ayak izi hesaplayıcısı” da ortaya atılmıştır. Bireysel eylemler meseleye vakitlice etki edecek kadar hızlı artmadığı için üretim politikalarını ve hukuki düzenlemeleri değiştirmeyi hedefleyen kolektif eylemlerin artması gereklidir. Aldığı bireysel önlemler ile sorunun parçası olmamakla yetinenlerin de sürece katılması gereklidir. Yerelden küresele her ölçekte kolektif eyleme ihtiyaç vardır. Bu büyük değişim, ekolojik devrim, insanlar uslu uslu evde otururken gelmeyecektir. Tabii bireysel ve kolektif eylemin birbirine zıt gitmesine gerek yoktur. Bireysel tercihleri üst üste koymak mümkündür. Yurttaşlar olarak fosil yakıt şirketlerinin, et endüstrisinin, enerji şirketlerinin, ulaşım sisteminin, plastiklerin ve daha pek çok şeyin ayak izlerinin peşine düşmemiz gerekmektedir.
- Karbon Ayak İzi: İnsan faaliyetlerinin üretilen sera gazı miktarı açısından birimi karbondioksit cinsinden ölçülen çevreye verdiği zararın ölçüsüdür karbon ayak izi olarak tanımlanmaktadır. Doğrudan (birincil) ayak izi ve dolaylı (ikincil) ayak izi olarak ikiye ayrılır. Birincil ayak izi, evsel enerji tüketimi ve ulaşım (araba ve uçak) dahil olmak üzere fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının, ikincil ayak izi ise kullandığımız ürünlerin tüm yaşamın döngüsünden bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. Birincil karbon ayak izini azaltmak için öneriler: -Araba düşük güçlü (küçük) olmalı, yürüyerek gidilebilecek mesafeler yürünerek, uygun şartlar varsa bisiklet kullanılarak kat edilmelidir, -Atıklar azaltılmalıdır, -Geriye dönüşüm konusuna özen gösterilmelidir, -Isınmak için doğal gaz yerine güneş enerjisi kullanılmalıdır, -Kaloriferlerin petek ısıları en alt düzeyde tutulmalıdır, -Elektrik için yenilenebilir enerji kullanılmalıdır, -Tasarruflu ampul, buzdolapları, klima cihazları tercih edilmelidir, -Seyahatlere mümkün olduğunca toplu taşıma araçlarıyla çıkılmalıdır. İkincil karbon ayak izini azaltmak için öneriler: -işe suyu yerine musluk suyu tercih edilmelidir, -İmalat ya da nakliyesinde yüksek emisyona sahip olan ürünlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır, -Mümkünse meyve ve sebzeler kendi bahçenizde yetiştirilmelidir, -Özellikle kırmızı et tüketimi azaltılmalıdır, -Fazla ya da doğada bozulmayan maddelerle ambalajlanmış ürünlerden uzak durulmalıdır. Not: Yukarıdaki önlemler acaba temel nedene yönelik kapsamlı ve kalıcı bir çözüm mü yoksa bireysel ve geçici bir çözüm önerisi midir? sorusunun yanıtı aranmalıdır.
- Küresel Değişiklik: Dört milyon yaşındaki dünyamız bu sürede önemli değişikliklere uğramıştır. Jeofizikokimyasal yapı değişimleri dünyadaki canlı varlığını değiştirmiştir. İnsanlığın tarih sahnesine çıkmasından sonra da bu değişimde insanlar başat rol oynamış, büyük küresel sorunlar meydana gelmiştir. Küresel değişikliğin bileşenleri: 1- Küresel ısınma (iklim değişikliği), 2- Stratosferde ozon tabakasının zayıflaması, 3- Kaynakların azalması ve tükenmesi, 4- Türlerin yok olması ve biyoçeşitliliğin azalması, 5- Yaygın ve ileri derecede çevre kirliliği, 6- Çölleşme, 7- Makro ve mikro ekosistem değişiklikleri (özellikle tehlikeli yeni hastalık etkenlerinin ortaya çıkmasına ve etkisi ortadan kalkmış olan etkenlerin yeniden etkili duruma gelmesine yol açanlar), 8- Azot yükü, 9- Tatlısu kaynaklarının azalması, 10- Kalıcı organik kirleticiler.
- Küresel ısınma - Küresel iklim değişimi: Çağımızda dünyamızı ve insanlığı tehdit eden tehlikelerin başında küresel ısınma ya da küresel iklim değişimi vardır. Küresel ısınma 1990’lı yıllardan sonra en belirgin küresel sorun haline geldi. Temel nedeni; endüstriyel gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan sera gazlarının atmosferin alt tabakalarında birikmesidir. Normalde oluşan karbondioksit yeryüzü bitki örtüsü başta olmak üzere birçok faktörün etkisiyle belirli denge içerisinde tutulmakta iken, atmosfere giderek artan oranda salınması bu dengenin bozulmasına yol açmıştır. Karbondioksit yanında biriken NO2, NO gibi gazlar atmosferin sera etkisini artırmaktadır. 19. yüzyılın ortalarından itibaren iklim kayıtları tutulmaya başlanmıştır ve önlem alınmadığı takdirde bu 2100 yılında dünya sıcaklığının 5.4 santigrat derece artacağı tahmin edilmektedir. İnsanoğlu olmasaydı dünya bir küresel ısınma dönemine girer miydi? Dünya tarihinde yaşanan jeolojik dönemler döngüsü tekrar eder mi? Bazı uzmanlar bu soruları evet şeklinde yanıtlıyor. Bu görüşte haklılık payı olsa bile, insanoğlunun doğaya verdiği zararların küresel ısınmayı hızlandırdığı açıktır. Ömer Madra şöyle diyor Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun bir kitabının önsözünde: “Çevre meselesinde en temel gerçeklik, fiziki dünyanın değişme hızıyla insan toplumunun bu değişime gösterdiği tepkinin yavaşlığı arasındaki keskin zıtlık”. Yani, insanlar doğadaki fiziksel değişiklere tepki vermekte gecikmiş, gerekli önlemleri almadığı gibi durumu daha da beter yapıp iklim değişiminin hızlanmasına yol açmışlardır. İnsanoğlu ne yaptı da küresel ısınma hızlandı?
- Kyoto Protokolü: Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmış uluslararası tek çerçevedir. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa karbon ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. 1997'de imzalanan protokol, 2005'te yürürlüğe girebilmiştir. Kyoto Protokolü şu anda yeryüzündeki 160 ülkeyi ve sera gazı salımının %55'inden fazlasını kapsamaktadır. Sözleşmeye göre; Atmosfere salınan sera gazı miktarı %5'e çekilecek, Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek, Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak, Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönlenecek, Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak, Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek, Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak, Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak, Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
- MAO’nun serçeleri – Dört “haşere” kampanyası: Çin’in güçlü ismi Mao Zedong 1958 yılında sağlık ve temizliğin yaşam için önemli olduğu gerekçesiyle “büyük ileri atılım” kampanyası başlattı. Kampanyanın amacı halkın sağlığını tehlikeye atan ve hastalıklara yol açan dört zararlı canlıyı yok etmekti: Sivrisinekler, sinekler, fareler ve serçeler. Bu canlılardan ilk üçünün zararlarını biliyoruz, ama serçelerin zararları ne olabilirdi. Mao, serçelerin tarladaki tohumları yiyerek tahıl üretimine ve dolaylı olarak beslenme sorunlarına yol açtığına inanıyordu. Mao’ya göre serçeler halkın emeğinin değerini azaltıyordu. Ülkede serçe avı başladı; afişler bastırıldı; afişlerde sapanla serçe avlayan çocuk resimlerine yer verildi. Propaganda sonuç verdi ve kampanya başarılı oldu. Çin’de serçeler neredeyse yok edildi. Ne var ki, serçeler yalnızca tahıl tohumlarını yemiyordu; zararlı böcekleri ve çekirgeleri de yiyorlardı. Çekirgeler de serçeler gibi tahıl tanelerini yiyorlardı. Sayılarını sınırlayacak bir avcı kuş olan serçeler yok olunca çekirgeler çoğaldı. Çekirge sürüleri serçelerin tükettiğinden çok daha fazla tahıl tükettiler. Mao hükümeti bu durumu fark ettiğinde aradan iki yıl geçmişti. Dört zararlı ile mücadele kampanyası ile oluşan ekolojik dengesizlik muazzam bir gıda kıtlığına yol açtı ve sonuçta yüzbinlerce insanın ölümüne neden oldu.
- Minamata Hastalığı: Temel olarak metil civa zehirlenmesidir. Japonya’nın Minamata körfezine dökülen metil civa içeren fabrika atıkları balıklar ve midyeler tarafından emilmiş ve besin zinciri aracılığıyla insanlarda birikerek zehirlenmelerine yol açmıştır. Halkın ve çevrenin etkilenimi 1932’den 1968’e kadar 36 yıl sürmüştür. Civa zehirlenmesi öncelikle sinir sistemini etkilemektedir. Önce hayvanlarda zehirlenme belirtileri görülmüştür. Kediler çıldırmış gibi çevrelerinde dönüyor, yürüme çabaları sonuçsuz kalıyor, denize düşüyor, ölüyorlardı. Çevre halkı buna, “dans eden kedi hastalığı” ya da “kedi sarası” adını vermiştir. 1955 yılından itibaren insanlarda da sinir sistemi hastalığı bulguları artınca yapılan incelemeler sonucunda hastalığın metil civa zehirlenmesi olduğu belirlenmiştir.
- Müsilaj: Deniz salyası adı da verilir. Kimyasal ve birçok koşulun bir araya gelmesiyle oluşan, fitoplankton olarak adlandırılan denizdeki küçücük bitkisel canlıların aşırı çoğalması, deniz sıcaklığının yükselmesi ve buna bağlı olarak bakterilerin artmasıyla oluşan sümüksü ve yapışkan bir maddedir. Başlıca üç temel nedeni vardır: 1- Deniz sıcaklığının beklenenden fazla artması, 2- İklim değişikliğine de bağlı olarak denizde yaşanan durgunluk, 3- Azot-fosfor gibi organizmaları besleyen maddelerin çoğalmasına paralel olarak denizdeki oksijen miktarının azalması ve plankton ve alg varlığının aşırı şekilde çoğalarak ekolojik kalitenin düşmesidir.
- Nanoteknoloji – Nanopartikül: Çevresel ve insan sağlığına etkisinin bilinmezliğiyle yüzyılımızın asbesti olarak tanımlanan nanopartiküller, 1-100 nm boyut aralığındaki küçük (nano) partiküllerin genel adıdır. Nanoteknoloji; sanayi, bilim ve devlet yönetimlerinde hızla ilgi gören yeni bir disiplindir. Çok büyük bir kullanım potansiyeline sahip nanomateryaller, elektronikten tekstile, kozmetik ve tıpa kadar pek çok alanda bir dizi üründe gittikçe daha fazla kullanılmaktadır. Geniş uygulama perspektifi nedeniyle çoğu insan solunum yoluyla, ağızdan alım ve cilt teması yoluyla nanomateryallerden etkilenebilir. Nanomateryallerin insan vücuduna etkileri hakkında az şey bilinmektedir. Hayvanlarda ve in-vitro (izole hücrelerde) bazı çalışmalarda inflamasyonu tetikleyebileceği, kanser ve fibrozise neden olabileceği gösterilmiştir. Nanomateryallerin gelişim hızı nedeniyle potansiyel toksisitelerini anlamak için daha ileri araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
- Nükleer kirlenme: Katı, sıvı ya da gazların (insan vücudu dahil) içinde ya da arzu edilmeyen, varlığının bulunması amaçlanmayan yerlerde radyoaktif maddelerin bulunması ya da bu duruma sebebiyet veren süreçtir. Nükleer enerjinin tarihçesi 179 yılında Heinrich Klaproth’un uranyumu elementini bulmasıyla başlar. Wilhelm Conrad Rontgen’in 1895 yılında X-ışınlarını keşfi, 1896 yılında Henri Becquerel’in radyoaktiviteyi bulması, Madam Curie ve Pierre Curie’nin radyoaktiviteye katkıları, Ernst Rutherford’un atom çekirdeğini ve elektronları tanımlaması, Albert Einstein’in 1905 ylında fisyon ve füsyon sonucunda açığa güçlü bir enerji çıkabileceğini öngörmesi sonrasında 1942 yılında Enrico Fermi’nin ABD’nin Chiago kenti yakınlarında ilk nükleer santrali kurmasıyla devam eder. Ve 1942 yılında Julius Robert Oppenheimer tarafından ilk atom bombasının geliştirilip 1945 yılında kitlesel imha için kullanılmasıyla tahribatın şiddeti görünür olur.
- Radon gazı etkilenimi: Radon doğal olarak oluşan radyoaktif bir gazdır. Yerküre yüzeyinde herhangi bir yerde bulunabilir. Coğrafik bölgenin jeolojik yapısıyla yakından ilişkili olarak çevreye yayılım göstermektedir. İnsan etkileniminde en önemli yol radon gazının binaların içine nüfuz etmesidir. Bunun yanında su, hava ve inşaat malzemelerindeki radonun da toplam etkilenime katkısı olabilir. Binalarda birikebilmekte ve kimi zaman yüksek yoğunluklara (derişime) ulaşabilmektedir. Radonun yüksek yoğunlukta solunmasına bağlı akciğer kanseri riski önemli oranda artmaktadır. Bu nedenle konutlarda, kapalı yaşam alanlarında radon gazı ölçümü yapılmalıdır.
- Risk değerlendirmesi: Zararlı etkilenimler sonrası kişilerde risk düzeyini belirlemeye yönelik yapılan analizdir. Risk, “sıklık” ve “zarar verme şiddeti” açılarından değerlendirilir ve riskin boyutu bir bütün olarak belirlenir.
- Sağlık Etki Değerlendirmesi (SED): Sağlık Etki Değerlendirmesi, ÇED gibi bir etki değerlendirme sürecidir. ÇED sürecinde projenin çevresel etkileri ele alınırken SED uygulanacak girişimin toplumun sağlığına olası sonuçlarını tahmin ederek, toplumu ve karar vericileri bilgilendirmek, sağlıkla ilgili politikaların, programların olası olumsuz etkilerini azaltmak ve olumlu etkilerini artırmak için öneriler sunmayı amaçlar. SED tanım: Her hangi bir politika, strateji, program ya da projenin, toplum sağlığı üzerindeki dolaylı ya da dolaysız (çevresel, sosyal, ekonomik vb) etkilerini değerlendiren işlem, yöntem ve araçların bütünüdür. SED belli bir toplumda bir politika, program veya gelişmeye yönelik aktivitenin olumlu veya olumsuz yönde, tek ya da toplu halde oluşturduğu olası sağlık risklerinin değerlendirilmesine ve önlenmesine olanak veren bir metodolojidir.
- Sanal Su, Su Ayak İzi: Gıda ve diğer ürünlerin üretimi için kullanılan su miktarını ifade eden bir su ticareti şeklidir. Kısaca bir ürünü ithal etmek, o ürünü üreten ve ihraç eden ülkelerden onu tüketen ve ithal eden ülkelere sanal su akışını da beraberinde getirir. Su kıtlığı yaşayan bir ülke, üretim için fazla miktarda su gerektiren ürünleri üretmek yerine ithal ettiğinde sanal su ticareti yapmış olur. Bu sayede o ülke su tasarrufu yapmakla kalmaz aynı zamanda su kaynakları üstündeki baskıyı azaltmış olur ve suyu farklı kullanımlar için ayırabilir. Su ayakizi ile sanal su birbirine çok yakın kavramlardır. Su ayakizi üretim sırasında kullanılan toplam su hacmini tanımlar. Sanal su kavramından da yola çıkacak olursak, bir ülkede tüketilen ürünlerin tamamı o ülkede üretilmediği için su ayakizi, yurtiçinde üretilen ve ithal edilen ürünlerin üretim süreçlerinde tüketilen suyun toplamından oluşmaktadır. Küresel ölçekte en çok sanal su kullanımı %13 ile sığır eti için yapılmaktadır. Sığır etini, %11 ile soya ve ardından %9 ile buğday ve kakao takip etmektedir. Bir çift ayakkabı (sığır derisi) için 8000 ml, 1 adet pamuklu t-shirt (medium beden, 500 gr) için 4100 ml, 1 bardak süt (200 ml) için 200 ml, 1 fincan kahve (125 ml) için 140 ml su kullanılmaktadır. Tekstil sektöründe üretimde kullanılan su miktarı oldukça fazladır. Tekstil üretiminde kullanılan su miktarını azaltmanın yollarından biri de öncelikle gereksiz kullanım ve tüketimin önüne geçmek yani önleme ardından ise tekstilde geri dönüşümü desteklemek, giyilmeyen ve kullanılmayan ürünleri geri dönüşüme kazandırmaktır.
- Sanitasyon: Kirli su, kirli besin maddeleri ve atıkların sağlık kurallarına uygun biçimde denetimi ve düzeltilmesi çalışmalarıdır.
- Sera etkisi: Güneşten gelen ışık atmosferden geçerek yer küreyi ısıtır. Yeryüzünde canlı yaşamın devamı için sınırlı sıcaklık aralığı söz konusudur. Mevsimlere, coğrafik bölgeye ve gece gündüze bağlı olarak sıcaklık -50 ile +50 C arasında değişmektedir. Küresel ortalama sıcaklık 27 C civarındadır. Kısmen dengede duran bu ortalama sıcaklık, havadaki CO2 ve su buharı gibi sera gazları tarafından sağlanır. Dünya, üzerine düşen güneş ışınlarından çok, dünyadan yansıyan güneş ışınlarıyla ısınır. Işınların bu gazlar tarafından tutulmasına sera etkisi denir Atmosferin ısıyı tutma özelliği sera gazı artışıyla doğru orantılı olarak artmaktadır. Enerji elde etmek üzere fosil yakıt kullanımı bu yoğunlukta devam ederse dünyanın ortalama sıcaklığını önümüzdeki 50 yıl içerisinde 3-5 C artıracaktır. Sera etkisinin artışı ile şiddetli kasırgalar, kışın normalin üzerinde sıcaklık, buzulların eriyerek deniz seviyesinin yükselmesi, güçlü ve uzun ısı dalgaları, daha sık ve şiddetli kuraklık, sel, tropikal iklim özelliklerinin dünyanın her yerinde olma olasılığı artmaktadır. Sera etkisinin ara nedeni insan faaliyetleri olan; genel olarak fosil yakıtların kullanımı, ormanların yok edilmesi, aşırı tarım ve hayvancılık faaliyetleridir. Temel neden ise; amacı kar miktarını sınırsız artırmak olan, aşırı üretim ve tüketime dayalı kapitalist üretim ilişkileridir, serbest piyasa ekonomisidir.
- Sera gazı: Başlıca sera gazı etkisi yapan ve Kyoto protokolünde sera gazı olarak kabul edilen ve atmosferde ısı tutma özelliğine sahip bileşiklere sera gazı denir. Bunlar; Karbon dioksit (CO2), Metan (CH4), Nitröz Oksit (N2O), Hidroflorür karbonlar (HFCs), Perfloro karbonlar (PFCs), Sülfürhekza florid (SF6) gibi gazlardır.
- Su - Tatlısu kaynaklarının azalması (Su zengini, su kıtlığı, su sıkıntısı, su fakiri, su sorunu, su yoksulluğu): Yerkürenin %70’i sularla kaplıdır, ama suların yalnızca %2.5’i tatlı, yani içilebilir sudur. İçilebilir suyun %70 kadarı ise buzullar içinde saklıdır. Başka bir deyişle, insanların erişebileceği su miktarı toplam su varlığının %1’inden bile azdır. Dünyada halen 2.7 milyar kişi, yılda en az bir ay su sıkıntısı çekilen bölgelerde yaşamaktadır. Tahminlere göre 2050 yılına gelindiğinde insanların %40’ından fazlası su sıkıntısı çekilen havzalarda yaşayacaklar. Bu durum, yalnızca su sıkıntısı çekilen bölgelerdeki insanları değil, birçok üretim sürecini de ilgilendirdiği için insanlığın ortak sorunu; su artık yerel değil küresel bir kaynak olarak kabul ediliyor. Su kıtlığı insan yaşamını ve sağlığını doğrudan etkilediği gibi gıda güvenliği, çevrenin temizliği, ormanların gelişmesi, endüstriyel hizmetleri de zora sokacağından dolaylı olarak yaşam üzerinde olumsuz etkileri olur. Bilinen bütün hayvan türlerinin %10’u tatlısu ekosistemlerinde yaşamaktadır. Ancak, sulardaki azalma ve kirlenme nedeniyle 1970’li yıllardan buyana bu ekosistemde %37 oranında kayıp olmuştur. Dünya toplam su açısından zengin, fakat içilebilir su açısından fakirdir. Suların kirlenmesi, azalması, erişilememesi doğal yaşam için bir risktir. Dünyadaki su miktarı sabittir, değişmez. Sorun, tatlı su kaynaklarının kirlenmesi, azalması ve erişilemez duruma gelmesidir. Günümüzde toplumlar bir kısır sarmal içindeler: Hızlı nüfus artışı / hızlı ve plansız sanayileşme / hızlı ve plansız kentleşme / betonlaşma ve su havzalarının yok olmasıdır. Sonuçta, daha önce var olan sulak alanlar, ormanlar, su havzaları yok olur; yağışlarla yeryüzüne düşen yağmur ve kar yeraltı sularını beslemek yerine selleri oluşturup doğrudan denizlere ulaşır, yeraltı suları azalır, su zengini olan ülkeler su yoksulu durumuna geçer. Su yoksulluğu hem doğaya hem de insan ve diğer canlılara vurulan darbedir. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından yapılan açıklamalara göre ülkemizde son 60 yıl içinde Marmara Denizinin yüz ölçümünden daha geniş alanı kaplayacak büyüklükte göl kurudu. Birçok göl ise kuruma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Su zenginliği kişi başına düşen su miktarına göre dört gruba ayrılır: 1) Su zengini; 10 000 m3’den fazla, 2) Yeterli suyu olan; 3 000-10 000 m3 arasında, 3) Su sıkıntısı olan; 1 000-3 000 m3 arasında (Türkiye bu grupta yer alır) ve 4) Su fakiri; 1 000 m3’den az.
- Su havzası: Bir akarsuyun kaynağı ile sonlandığı yer arasında kalan, yağmur ve kar sularını süzerek akarsuya drene edip su sağlayan arazidir. Türkiye’de 25 su havzası bulunmaktadır. Bunlar arasında en büyükleri Fırat-Dicle, Kızılırmak ve Sakarya havzalarıdır. Her havzanın su miktarı ve sorunları kendi dinamiklerine göre farklılık gösterir. Örneğin, ülkemizde nüfusun % 28’i Marmara bölgesinde yaşamasına karşılık buradaki havzalar toplam su akışının yalnızca %4’lük kısmını toplamaktadır. Gediz, Ergene, Meriç, Büyük Menderes, Burdur Gölü, Konya ve Asi Nehri havzalarında yüzey ve yeraltı suların kullanımı havzanın su yenilenme kapasitesini aşmıştır. Bu durum, ülkemizde doğal ekosistemler için önemli bir tehdit niteliğindedir.
- Su kirliliği_1: Su kirliliği insan faaliyetleri (tarımsal, endüstriyel, evsel vb.) ve rüzgâr, sel, deprem, erozyon volkanik patlamalar gibi doğal etkilerle suyun doğal niteliğinin bozulmasıdır.
- Su kirliliği_2, Isıl Kirlenme: Nükleer santraller, enerji santralleri ve değişik sanayi tesisleri, sistemi soğutma amacıyla su kaynaklarını kullanmakta ve sonrasında ısınan su tekrar doğaya bırakılmaktadır. Su kaynaklarındaki sucul yaşamın etkilenmesi sonucu biyolojik yaşam ve ekolojik denge olumsuz olarak etkilenmektedir.
- Sulak alan: Doğal ya da yapay, devamlı ya da geçici, suları durgun ya da akıntılı, tatlı, acı ya da tuzlu, denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan, başta su kuşları olmak üzere canlıların yaşama ortamı olarak önem taşıyan bütün sular, bataklık ve sazlık alanların kıyı kenar çizgisinden itibaren kara tarafına doğru ekolojik açıdan sulak alan kalan yerler.
- Sürdürülebilir Kalkınma, Sürdürülebilir Gelişme: Gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme yeteneğini ortadan kaldırmaksızın şimdiki neslin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Burada temel yaklaşım, yaşam koşullarının ve kaynakların, doğal sistemin bütünlüğünü ve istikrarını baltalamaksızın insan ihtiyaçlarını karşılamaya devam etmesi olmalıdır. Tanım içinde geçen “ihtiyaç” terimi de netleştirilmelidir; ihtiyacın ne olduğu (sadece yiyecek, içecek ve barınma gibi çok temel ihtiyaçlar mı, araba, bulaşık makinası ve televizyon mu?) ve bunun miktarı çok değişkenlik göstermektedir. Modern ekonomiler, iddialı ekonomik gelişmeleri ve doğal kaynak ve ekosistemlerini koruma yükümlülüklerini uzlaştırmak için çok uğraşmakta, çünkü ikisi genellikle çelişkili nitelikte olarak görülmektedir. Sürdürülebilir gelişme kavramına, sürdürülebilir gelişmede neyin sürdürüleceği sorusu üzerinden eleştirel yaklaşmak gerekir; çevre mi ekonomi mi? Yenilenemeyen bir kaynağın sürdürülebilir kullanımı diye bir şeyin olmadığı, çünkü herhangi bir kullanım oranı sonunda dünyanın sonlu stoklarının tükenmesine yol açacağı ortadadır.
- Taş ocakları ve çevre: Taş ocaklarının kazma, parçalama ve oymaya bağlı etkilerine ek olarak yer altı suları, yüzeysel sular, karasal bitki örtüsü, doğal yaşam, toprak, hava ve kültür kaynaklarına olumsuz etkileri olabilir. Taş ocaklarının en önemli etkilerinden birisi bir ekosistem parçalanmasıdır. Ağaçlık ve çalılık alanlar bölünmekte, orman alanlarının aleyhine bir genişleme olabilmektedir. Toprağın sıyrılması ile o bölgedeki canlıların yuvaları tahrip olmakta, sürüngenler yaşam alanlarını yitirmektedir. Sonuçta önemli bitki ve hayvan etkilenimi olmaktadır. Taş ocağı bölgede peyzaj bozulmasına ve görüntü kirliliğine de neden olur. Terk edilmiş taş ocakları da ayrıca önemli bir çevre sağlığı sorunudur. Tam rehabilitasyon 60 yılı bulabilmektedir.
- TehlikeveRisk: Zararverebileceketkininkaynağına“tehlike”denir.İnsansağlığıaçısındanbirçevresel etken ya da etkenler grubunun etkilenimine bağlı olarak ortaya çıkan olumsuz etki olasılığına “risk” denir. Özetle, tehlike zarar verme potansiyeli, risk ise zararın meydana gelme olasılığıdır.
- Tek dünya, Tek sağlık: İnsan sağlığı ile hayvan sağlığı ve ekoloji alanlarının birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini temel alır. İnsan sağlığı, hayvan sağlığı ve ekoloji bilim alanlarının ve çalışanlarının eğitimleri, projeler geliştirmeleri ve uygulamalarını da kapsayacak şekilde ortak çaba içinde olmaları tek sağlık olarak adlandırılır. Bu kavram, adı geçen alanlarındaki bilimsel araştırmaların sonuçlarının bir araya getirildiğinde birbiriyle örtüşeceği görüşünü, ortak çaba ve etkinliklerin gelişmeleri daha olumlu etkileyeceğini savunmaktadır. Tek sağlık kavramı, sektörler arası işbirliği anlayışını biraz daha ileriye götürerek, özellikle tıp ve veterinerlik alanlarındaki işbirliğinin daha sıkı, hatta birleşik olması gerektiğini savunan bir yaklaşımdır.
- Toprak tuzlanması: Tarım amacıyla toprağa gereğinden fazla akıtılan suyun fazla olan bölümü toprak tarafından emilerek alt tabakalardaki tuz tabakalarına erişip ve tuz tabakasının yüzeye çıkmasıdır. Toprağın verimi bu aşamadan sonra çok ciddi olarak düşer.
- Yenilenebilir enerji: Doğadaki kaynaklardan, doğal süreçlerden elde edilebilen ve doğa tarafından daimi olarak yenilenen enerjidir. Çok farklı şekillerde bulunabilir; doğrudan veya dolaylı bir şekilde güneşten veya yer kabuğunun derinliklerinden çıkarılan ısıdan da elde edilir. Yenilenebilir enerji türleri ve yakıt kaynakları: Güneş enerjisi; güneş, Rüzgâr enerjisi; rüzgâr, Jeotermal enerji; yeraltı suları, Biyokütle enerjisi; biyolojik atıklar, Hidrolik enerji; akarsular, Hidrojen enerjisi; su, Dalga enerjisi; deniz- okyanuslar, Gel-Git Enerjisi; deniz-okyanuslar
- Yeşilbadana,YeşilAklama,YeşilGözBoyama(Greenwashing): Bir ürünün aslında öyle olmadığı halde tüketicilerin çevresel konulardaki hassasiyetlerinden faydalanmak ürünü “yeşil”miş gibi tanıtarak satışını artırmak amacıyla çevreci, doğa dostu, sürdürülebilir gibi gösterilmesidir. Markalar her ne olursa olsun insanların “yeşil” olarak tanıtılan ürünlere ilgi gösterdiğini ve bu tür tanıtımların marka prestijini yükselttiğini bildiği için bu yöntemi uygulamaktadır. Birçok firma yeşil badana yaparak yeni nesil çevreci ürünler ürettikleri konusunda insanları ikna etmeye başlamış hatta bu konuda başarılı da olmuştur. İlk başlarda adına “ekopornografi” denilen bu yöntem, özellikle 1980’li yıllardan sonra çok daha yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Her “doğal” ürün ne yazık ki “yeşil” değildir. Doğal ürün ifadesi ü kullanıcıları çoğunlukla cezbetmekle birlikte doğal olup insana, hayvana veya çevreye zararlı çok sayıda madde vardır. Doğal olarak tanıtılsa dahi her ürünün içeriğinden emin olunmalıdır. Çözüm ise tüketicilerin bu konuda daha bilinçli olması ve markaların yeşil badana tuzağına düşmemeleri gereklidir. Göz boyamak için 'yeşil’ görünen şirketler nasıl tespit edilir? 1-Yanıltıcı iddialar ve belli belirsiz ifadeler: Bir ürünün içeriğindeki maddelerin sadece bazıları "doğal", "organik" ya da "çevre dostu" olarak nitelenebilecekken, ürünün tamamının bu şekilde etiketlenmesi "yeşil badana" kategorisine girmektedir.
Örneğin, tek kullanımlık plastik su şişeleriyle ilgili çevre dostu olduğu iddiaları gerçekten ciddiye alınabilir mi? En düşük emisyonlu havayolları şirketi olduğunu iddia eden reklam, bu iddiayı destekleyen yeterli kanıt sunulmadığı için, yasakladı, "havayı temizleyen'' otomobil reklamı da, ajans tarafından yanıltıcı bulundu. 2-Doğa resimleri ve moda sözcükler: "Eko", "sürdürülebilir" ya da "yeşil" gibi moda sözcükler, şirketler tarafından daha yeşil görünmek için kullanılıyor ancak nadiren bilimsel standartlara uyumlu olmaktadır. 3-Bilgi saklama: Bir marka, çevre dostu olduğunu iddia ederken, tedarik zincirindeki salımları dahil etmiyor olabilir. Yurt dışında üretim yaptıran moda markalarının, bu fabrikalarda kömürden elde edilen enerji kullanılmasını hesaba katmaması, buna örnek verilebilir. 4-Karbon dengeleme konusuna dikkat edilmelidir: Bir hükümet, şirket ya da birey kendi salımlarını dengelemek için, atmosferden, salımlarına eşit miktarda sera gazı giderimi yapmaya çalışabiliyor. "Karbon off-setleri" olarak bilinen bu giderimleri içeren sürece karbon dengeleme deniyor. Ancak çevre örgütleri, bu sürecin salımları azaltarak problemi çözmek yerine, sorunu halının altına süpürmek olduğunu savunuyorlar. Karbon dengelemenin en popüler "yeşil badana" biçimi olduğu belirtilmektedir. 5-Şirketin sahipleri kontrol edilmelidir: Daha yüksek çevresel etkiye sahip firmalar ya da holdingler, çevreye duyarlı müşterileri hedefleyebilmek için daha küçük şirketleri satın alıyorlar. Bu sebeple, bir markanın hangi firmaya ait olduğunu bilmeniz faydalı olabilir. 6-Çevre dostu ürün gamını genişletmek: Bazı şirketler çevre için faydalı ürünleri pazarlarken, diğer ürünlerinin çevresel etkisi konusunda bilgi saklayabiliyorlar. 7-Ürün ve ambalajı geri dönüştürülebilir mi?: Bazı plastik ürünlerdeki "geri dönüştürülebilir" etiketi, aslında geri dönüştürülmesi o kadar kolay olmayan ürünler için kullanılabilmektedir. Bir şirketin, müşterilerine köpek dışkıları için ürettiği çöp torbalarını doğada çözünebilir olarak pazarlayarak onları yanılttığı ortaya çıktı. Torbalar ya çöplüklere gidiyor ve toprakta çözünmüyor ya da yakılıyordu.
KAYNAKLAR
- Beth TİMMİNS. İklim krizi ve greenwashing: Göz boyamak için 'yeşil’ görünen şirketler nasıl tespit edilir? Erişim tarihi: 22.01.2022, Erişim adresi: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya- 59221651
- Çağatay GÜLER. Çevre Sağlığı. (Çevre ve Ekoloji Bağlantılarıyla). Yazıt Yayınları. ISBN: 9786054445219
- Çevre ve insan sağlığı EEA - JRC ortak raporu. “Environment and human health” kitabın çevirisi. Çeviri Editörü:. Gülçin Yapıcı. Çevirenler: Ahmet Öner Kurt, Seva Öner, Caferi Tayyar Şaşmaz, Gülçin Yapıcı. Baskı: Trakya Üniversitesi Matbaası. Basım Tarihi: Temmuz 2016. ISBN: 978-605-84926-7-7.
- Dilek AŞAN. Yeşil Badana (Greenwashing). Enerji ve Çevre Dünyası Dergisi. 2021;168:20-22.
- Erkan POLAT, Sümeyye KAHRAMAN. Antroposen Çağı’nda Kentsellik, Sürdürülebilirlik ve Dirençlilik.Dirençlilik Dergisi 2019;3(2):319-326. 10.32569/resilience.619232
- Karbon Ayak İzi. Vikipedi. Erişim tarihi: 23.01.2022, Erişim adresi:https://tr.wikipedia.org/wiki/Karbon_ayak_izi
- Kyoto Protokolü. Vikipedi. Erişim tarihi: 22.01.2022, Erişim adresi:https://tr.wikipedia.org/wiki/Kyoto_Protokol%C3%BC
- Nevşehir Milletvekili Mustafa ELİTAŞ’ın TBMM Sağlık Bakanlığı’na verdiği yazılı soru önergesi yanıtı:Sayı: B100KSD0000007/5 010-452, Tarih: 2001.
- Ömer Faruk TEKBAŞ. Çevre Sağlığı. GATA Basımevi, Ankara 2010. ISBN: 975-409-564-7
- Pınar ÖZURGANCI EŞKİN. Sanal Su Nedir? Globalde ve Türkiye’de Sanal Su Durumu. Erişim tarihi:17.01.2022, Erişim adresi: https://ekolojist.net/sanal-su-nedir/
- Rebecca SOLNİT. “Karbon ayak izini” büyük petrol şirketleri uydurdu, onları suçlamaya devam edin.(Bu yazı, Can KOÇAK tarafından The Guardian’da yayımlanan makaleden çevrilmiştir. 07 Eylül 2021.) Erişim tarihi: 23.01.2022, Erişim adresi: https://vesaire.org/karbon-ayak-izi-buyuk-petrol-sirketleri- uydurdu/
- Sağlık Etki Değerlendirmesi Şehirler için Araç Kitleri. Arka plan belgesi: kavramlar, süreçler, yöntemler. Vizyondan Eyleme. Belge 1. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi, 2005.
- Selim KILIÇ, Nafiz TOK. Geleneksel Adalet Anlayışlarından Çevresel Adalet Anlayışına. Uluslararası Alanya İşletme Fakültesi Dergisi. 2014;6(3):213-228.
- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik. Resmi Gazete Tarih: 13 Şubat 2008, Sayı: 26786.
- Sürdürülebilir gelişme. Erişim tarihi: 17.01.2022, Erişim adresi: https://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCrd%C3%BCr%C3%BClebilir_geli%C5%9Fme
- Y. İzzettin BARIŞ. Bu Doktoru Rehin Alalım. Birinci Basım: Ağustos 1994. Ajans-Türk Matbaacılık Sanayii AŞ, Ankara. ISBN-975-95815-0-7
- Yusuf ÇELİK. Sürdürülebilir Kalkınma Kavramı ve Sağlık. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi 2006;9(1)20:19-37.
- Zafer ÖZTEK. Halk Sağlığı, Kuramlar ve Uygulamalar. Basım Yeri: Bireklam Arısı, Ankara 2020. ISBN - 978-605-85528-4-5
- Zafer ÖZTEK. Kahraman doğa insana karşı. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Yayınları. Yayın no: 11- 2021/2. Kasım 2021. Erişim adresi: https://ssyv.org.tr/wp-content/uploads/2021/12/Kahraman- Doga-Baski-1.pdf
- Zerrin TAÇ ALTUNTAŞOĞLU. Yenilenebilir Enerji Avrupa Birliği ve Türkiye Müktesebatı. TMMOB Türkiye V. Enerji Sempozyumu Bildirileri. 2005. Sempozyum kitabı, ss: 249-261.